SSS

Sık Sorulan Sorular

ANAOKULUNDA ÇOCUĞU / TORUNU OLAN SEVGİLİ ANNE, BABA VE BÜYÜK ANNE VE BÜYÜK BABALAR

Onlar daha dünyaya ayak basalı, 4-5-6 yıl olmuş, canlarımız, en değerlilerimiz, gözlerimizden bile sakındıklarımız, Çocuklarımız….

Onları ilk kucağınıza aldığınız anı düşünün. Mis gibi kokusu, başını size yaslayışı, hayatınızın en güzel en duygusal anı.. Onlarla her gün muhteşem… daha çok sevgi, daha çok şefkat, daha çok mutluluk ve bu derin bağlanma duygularının getirdiği daha çok kaygı…Çok normal. Hep en iyisi olsun diye aklımızın içindeki sorulara yenilerini eklediğimiz, koruma güdümüzle anneliğin, babalığın, büyük anne ve büyük babalığın iç seslerine aradığımız cevaplar var. Gelin aklınızdan geçenlere, cevap olalım.

Bize Ulaşın

Sevgiyle Büyüyen,
Keşifle Gelişen Çocuklar!
İşten yorgun geldiğimde, yemek yetiştirmeye çalışırken çocuğum sürekli beni çekiştirip ağlıyor. Kaliteli zaman geçirmek lazım deniyor da, onu nasıl yapacağımı bilemiyorum. Bu kaliteli zamanın süresi, içeriği nedir? Ne işe yarar? Yetiştirmeye çalıştığım onca işin arasında, o zamanı nasıl bulacağım? Kaliteli zamanda neler yapılır? Amaç ne? Ne olur bilgi verin.
Hepimiz yoruluyoruz. Kaliteli zaman demek uzun uzun etkinlikler yapmak değil; çocuğunuzla geçirdiğiniz kısa ama tamamen ona ait, dikkatinizin ve ilginizin bölünmediği zaman dilimleridir. 10-15 dakikalık bir “sadece ona ait” zaman bile çocukta “önemliyim, görülüyorum” hissini oluşturur. Bu, davranışlarını düzenler, ağlama krizlerini azaltır ve aranızdaki bağı güçlendirir. Kaliteli zamanda ne yapılır? Göz göze gelerek sohbet etmek, birlikte masaya sebze dizmek, komik bir oyun uydurmak, sarılmak bile yeterlidir. Önemli olan süre değil, o anda başka hiçbir şeyle ilgilenmeden orada olmanızdır. Amacımız çocuğa “seninleyim” duygusunu hissettirmek. Bunu her gün minik “adacıklar” halinde yapabilirsiniz.
Telefonda bir arkadaşımla konuşmaya başladığımda, o ana kadar kenarda oyuncaklarıyla oynayan çocuğum bir anda ayaklanıp yanıma gelip beni çekiştirmeye başlıyor. Çığlıklar, ağlamalar ‘’anne, anne’’ diye seslenmeler bitmiyor. Duymamazlıktan, görmemezlikten gelmeye çalışıyorum ama sonunda sabrım taşıyor. ’’ Ne var ?’’, diye bağırıyorum elimde olmadan. ‘Yok bir şey ‘’diyerek gidiyor. Çocuğa bağırdığıma mı, telefondakine rezil olduğuma mı yanayım? Neden böyle davranıyor ki?
Bu davranışın arkasında “bağlantı ihtiyacı” yatar. Çocuklar için anne-babanın dikkatinin başka birine yönelmiş olması, “benim önemim azaldı” gibi algılanabilir. Oyun oynarken bile sizi göz ucuyla takip ederler. Siz telefonu elinize alınca, “şimdi ilgisini kaybedebilirim” paniğiyle davranışları değişir. Bu bir kapris değil, bağ kurma çabasıdır. Bu durumlarda çocuğa önceden bilgi vermek (örneğin “Bir telefon görüşmem olacak, sonra birlikte oyun oynayacağız”), onu sabırsızlıkla başa çıkmaya hazırlar. Görüşme sonrası birkaç dakikalık özel ilgi, çocuğun yeniden güvende hissetmesini sağlar. Bağırdığınızda suçluluk hissetmeniz çok insanca; bu, ne kadar ilgili bir ebeveyn olduğunuzu gösterir. Kendinize nazik davranın, her zor an öğrenme fırsatıdır.
Kayınvalidem ‘bu yaşta çocuğa anaokulu için para harcamak gereksiz diyor. Ev hanımı olduğum için, eşim de anaokulunu gereksiz buluyor; nasıl ikna ederim? Çocuğum anaokuluna giderse, gitmeyenlere göre farkı ne olacak?
Anaokulu, sadece çalışmak zorunda olan ebeveynler için bir “zorunluluk” değil; her çocuğun sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimi için bir “fırsat ortamıdır”. Evde çok iyi bakılan çocuklar bile, yaşıtlarıyla birlikte olmanın, grup halinde kurallara uymanın, öğretmen rehberliğinde oyun yoluyla öğrenmenin kazandırdıklarını evde edinemeyebilir. Bilimsel araştırmalar, 3-6 yaş arasında kaliteli okul öncesi eğitimi almış çocukların, ileriki yıllarda daha güçlü sosyal becerilere, daha özgüvenli tutumlara ve daha gelişmiş dil-yaratıcılık yeteneklerine sahip olduğunu gösteriyor. Anaokulu, çocuğun hayata “başlangıç zemini”dir. Bu temel ne kadar sağlıklı atılırsa, gelecek adımlar o kadar sağlam olur. Bu yatırım, çocuğunuzun potansiyeline yapılmış en değerli yatırımdır.
Anaokuluna göndermek istiyorum ama zaten yedirmek için peşinden koştuğum bir çocuk, aç kalırsa diye korkuyorum.
Birçok çocuğun iştahı evde bile değişkendir; hele ki yeni bir ortama girince, bu çok doğal olarak biraz daha azalabilir. Ancak endişelenmeyin: Anaokullarında yemek saatleri sadece karın doyurmak için değil, aynı zamanda yemek kültürü, düzen ve alışkanlık kazandırmak için bir fırsattır. Çocuklar zamanla grup içinde sofraya oturmayı, birlikte yemeyi öğrenir ve arkadaşlarını model alarak denemedikleri şeyleri tatmaya başlarlar. Öğretmenler çocukların yeme alışkanlıklarını gözlemler ve size düzenli bilgi verir. Ayrıca hiçbir çocuk bir öğünde az yedi diye gelişimden geri kalmaz. Önemli olan düzenli, stressiz bir yemek ortamına alışmasıdır. Kendi başına yemeye başladığını ve sofrada oturmaktan keyif aldığını gördüğünüzde siz de şaşıracaksınız.
Ev hanımı olduğum halde çocuğumu anaokuluna göndermek, sanki ondan kurtulmak ve kendime vakit ayırmak için bahane olacakmış gibi algılanır diye çekiniyor ve çocuğumu anaokuluna bırakırsam vicdanım beni rahat bırakmaz diye kaygılanıyorum.
Çocuğunuzun iyiliğini düşünerek karar verirken bile suçluluk duymanız, aslında ne kadar ilgili bir anne olduğunuzu gösterir. Ancak unutmayın: Kendinize vakit ayırmanız bencilce değil, tam tersine sürdürülebilir ebeveynliğin temelidir. Siz ne kadar iyi hissederseniz, çocuğunuza da o kadar güven, sabır ve neşe aktarırsınız. Anaokulu, çocuğun gelişimi için olduğu kadar, ebeveynin de nefes alması, üretmesi ve kendini beslemesi için bir destek alanıdır. Üstelik çocuğunuz bu süreçte yaşıtlarıyla oynayarak, paylaşmayı, sıra beklemeyi, özgüvenle ifade etmeyi öğrenir. Bu bir “ayrılık” değil, birlikte büyümek için atılan bir adımdır. Vicdanınız, çocuğunuzun gelişimiyle gurur duyacaktır.
Bu çocuğu ben doğurdum, prensesler gibi büyütüyoruz, verdiğim anaokulunda da ona benim kural ya da kuralsızlıklarımla davranılmasını istiyorum. Bunun mümkün olmadığını söylüyorlar, ne den ki? Ne münasebet?
Her anne-baba çocuğuna özel ve farklı bir yaklaşım ister; bu çok doğal ve değerli bir istektir. Ancak anaokulu, sadece bireysel ihtiyaçlara değil, aynı zamanda grup yaşamına da odaklanan bir ortamdır. Her çocuk evde biriciktir ama okulda birlikte yaşamanın kurallarını öğrenmek, onun sosyal-duygusal gelişimi için en az evdeki sevgisi kadar gereklidir. Elbette çocuğunuzun mizacı, hassasiyetleri ve sizin beklentileriniz bizim için önemlidir. Ama burada asıl amaç, onun hayata karışabilen, başkalarıyla bir arada yaşayabilen, esnek ve güçlü bir birey olmasını desteklemektir. Kurallar, sınırlamalar değil; çocukların kendilerini güvende hissettikleri yapılar oluşturur. Sizinle iş birliği içinde, çocuğunuzun bireyselliğine saygılı ama aynı zamanda toplumsal yaşamı da gözeten bir denge kurmak, bizim temel ilkemizdir.
Her gün okuldan aldığımda ilk işim çocuğuma sorular sormak. ‘’Okul nasıl geçti? Biri sana kötü söz söyledi mi? Öğretmen bağırdı mı? Başka çocuk sana zarar verdi mi?’’ İlgileniyorum yani, kötü mü yapıyorum?
İlgileniyor olmanız harika! Bu, onun hayatına ne kadar önem verdiğinizi gösteriyor. Ancak çocuğunuzu hep “olumsuz” ihtimalleri kontrol etmek amacıyla sorguladığınızda, onun zihninde “okul = potansiyel tehdit” gibi bir izlenim oluşabilir. Bu da zamanla içsel bir güvensizlik duygusuna yol açabilir. Daha sağlıklı bir iletişim için, açık uçlu ve nötr sorular işe yarar: “Bugün seni en çok ne güldürdü?”, “En çok neyle oynamaktan keyif aldın?”, “Bir dahaki oyuna kimi davet etmek istersin?” gibi sorular hem onun dünyasını merak ettiğinizi gösterir hem de olumlu duygulara odaklanmasını sağlar. Bu şekilde, hem güvenli hem keyifli bir paylaşım ortamı kurarsınız.
Çocuğumun ilk okul tecrübesi, ailece heyecanlıyız. Ne kadar harika bir çocuk yetiştirdiğimizi onaylamalarını istiyorum ancak şeffaflarmış ve olumsuz şeyler de söylüyorlar. Ben bunları duymak istemiyorum, olumsuz bir şey söylediklerinde beni eleştirdiklerini düşünüyorum ve öfkeleniyorum, elimden geleni yapıyorum ben, çabam görünmüyor diye hissediyorum. Bahaneleri de, erken çocuklukta alınan tedbirler, sağlıklı ergenlik ve yetişkinlik için önemliymiş. Ya hap kadar zaten, neyin ergenliği, neyin yetişkinliği şimdiden?
Bu sözleriniz, ne kadar yürekten bir ebeveyn olduğunuzu gösteriyor. Her anne-baba, çocuğunun beğenilmesini, onaylanmasını ve emeklerinin takdir edilmesini ister. Ancak eğitimcilerin paylaştığı gözlemler, sizi eleştirmek için değil, çocuğunuzu daha iyi anlayıp birlikte daha güçlü bir yol çizmek içindir. Bu geri bildirimler, suçlamak için değil; destek olmak için vardır. Erken çocukluk dönemi, bir çocuğun karakterinin, davranış örüntülerinin ve güven duygusunun temellerinin atıldığı en hassas dönemdir. Bugün minicik bir davranış, yarın büyük bir güvene, özyönetime veya empatiye dönüşebilir. Sizin emeğiniz zaten çok kıymetli ve bizler, onu daha da görünür kılmak için yanınızdayız. “Şimdi küçücük” gibi görünen şeyler, aslında büyük insan olmanın temel taşlarıdır.
Anaokulunun güzel bir bahçesi var. Her gün defalarca bahçeye çıkaracaklarmış. Bunun yağmuru var, soğuğu var. Söyleyeceğim okula, benimkini soğuk ve yağmurlu havada çıkarmasınlar, hasta edecekler çocuğumu.
Çocuğunuzu korumak istemeniz çok doğal; bu sevginizin bir göstergesi. Ancak yapılan araştırmalar, düzenli açık hava oyunlarının çocukların bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, hastalıklara karşı daha dirençli hale getirdiğini gösteriyor. Temiz hava, hareket, gün ışığı; bunlar çocuğun hem fiziksel hem ruhsal gelişiminin temel ihtiyaçlarıdır. Yağmurlu ya da serin havalarda dışarı çıkmak, doğru kıyafetle olduğu sürece risk değil, tam tersine doğa farkındalığı ve beden dayanıklılığı kazandıran bir deneyimdir. Okul olarak elbette çocukların üşümemesi, ıslanmaması ve korunması için tüm önlemleri alıyoruz. Amacımız onları hasta etmek değil; doğayla dost, dirençli ve özgür bireyler olarak büyütmek.
Çocuğum yemeğini kendi koyup, tabağını kaldıracakmış, oturduğu sandalye ve masasını temizleyerek çıkacakmış. Elaleme hizmet etsin diye mi bu kadar para veriyorum ben okula? Yemek önüne hazır gelecek tabii, çalışanların işini çocuğuma yaptıramazlar.
Bu uygulamalar, çocuğunuza hizmet ettirmek için değil, onun özgüvenini, sorumluluk duygusunu ve günlük yaşam becerilerini geliştirmek için planlanmıştır. Çocuğun kendi tabağını taşıması, dökmeden yemeğini alması ya da masayı silmesi; küçük yaşta “yapabilirim” hissi kazanmasının temel yollarındandır. Araştırmalar gösteriyor ki, çocuklar kendilerine güven duyduklarında hem iç disiplinleri güçleniyor hem de çevrelerine daha saygılı bireyler oluyorlar. Elbette bu işler onun yaşına uygun, keyifli ve destekleyici bir ortamda yapılıyor. Bizler hizmetten değil, gelişimden yanayız. Çünkü çocuklarımız bir gün sadece tabak değil, kendi hayatlarını da taşıyacaklar.
Çocuğu olmayan öğretmen beni anlamaz. O kadar anlatıyorum, bana bilimsel cevaplar veriyor. Bir çocuğun olsun da öyle konuş, böyle bilmiş bilmiş atıp tutmak kolay. Benden iyi bilecek sanki benim doğurduğumu.
Sizi en iyi siz tanırsınız, çünkü çocuğunuzun kalp ritmini bile ezberlediniz… Bu tartışılmaz. Ama iyi bir öğretmen, doğrudan kendi çocukluğundan değil; yüzlerce çocukla edindiği deneyimden, yıllarca aldığı eğitimden ve gözlemlediği gelişimsel süreçlerden beslenir. O yüzden söyledikleri yargı değil, rehberliktir. Ebeveynlik yürek işidir; öğretmenlik de öyle. Aradaki fark, bakış açısıdır. Sizin sevginize bilgiyi, sezginize yapıcı gözlemi eklemek isteriz. Unutmayın, aynı gemideyiz. Bizim çocuğumuz yok diye sevgimiz, sabrımız, sorumluluğumuz eksik değil. Sizin emeğiniz bizim gözümüzde çok kıymetli; biz yalnızca yanınıza bir el feneriyle geliyoruz.
Çocuğum okuldayken, evde ya da işte bir anda aklıma bir şeyler takılıyor. Okulu arıyorum, öğretmeniyle konuşmak istiyorum. Derste olduğunu ve en uygun zamanda aratacaklarını söylüyorlar. Asistana anlat, öğretmene iletsin, müdüre anlat vs diye alternatifler sunuyorlar. Ben alternatif ya da erteleme istemiyorum, ben o istediğim an öğretmeniyle konuşmak istiyorum
Çocuğunuzla ilgili bir şey düşündüğünüzde hemen bilgi almak istemeniz, onu ne kadar önemsediğinizi gösterir. Ancak öğretmenler, gün içinde sınıfın başındayken her öğrencinin fiziksel, duygusal ve akademik ihtiyacına odaklanmak zorundadır. Tam da sizin çocuğunuza yeterince vakit ayırabilmek için, o anda telefonlara cevap veremezler. Bunun yerine, ilettiğiniz her konu hızlıca not alınır, öğretmene aktarılır ve en kısa sürede size dönüş sağlanır. Bu sistem bir engel değil; hem sizinle sağlıklı bir iletişim kurabilmek hem de çocukların ders sırasında odaklarının dağılmaması için geliştirilmiş bir işleyiştir. Emin olun, hiçbir mesajınız göz ardı edilmez. Biz, sizin gibi düşünen ebeveynlerle iş birliği içinde olmak için buradayız.
O kadar anlattılar, ikna olduk, güvendik verdik çocuğumuzu. Neymiş, öğretmenlerin cep telefonunu almamız yasakmış. Gece aklıma bir şey gelirse, çocuğum evde laf dinlemezse ve öğretmeniyle konuşturmak ya da gün içinde sorularımı hemen sorup yanıt almak istersem, nasıl ulaşacağım öğretmenine
Çocuğunuzun hayatında önemli bir rol oynayan biriyle her an iletişim kurmak istemeniz çok doğal. Ancak öğretmenlerin bireysel cep telefonlarının paylaşılmaması, ulaşılmaz olmakla değil; sağlıklı ve sürdürülebilir bir iletişim sistemini korumakla ilgilidir. Öğretmenlerimiz gün boyu çocuklarla birebir ilgilenirken, her veliyle ayrı ayrı doğrudan ve düzensiz bir iletişim kurduğunda, ne yazık ki bu ilgide bölünmeler olabilir. Bunun yerine, okul içinde organize edilen iletişim saatleri, yazılı bildirimler, danışman görüşmeleri ve acil durum protokolleri sayesinde, hiçbir sorunuz cevapsız kalmaz. Gündüz aklınıza takılanları okul üzerinden iletebilir, öğretmenimizin uygun olduğu anda detaylı geri dönüşünü alabilirsiniz. Akşam ya da gece olan durumlarda da ilk fırsatta değerlendirme yapılır. Güveninize layık olmak, sadece çocuğunuza değil, size karşı da sorumluluğumuzdur.
Okul kurallar koymuş, çocukların doğum günlerinde ben ve ailem pastalar getirip, özel kostümler giydirip okulda arkadaşlarıyla kutlayamayacakmışız. Onlar sade bir şekilde bahçe zamanında kutlayacaklarmış. Böyle saçmalık görmedim.
Çocuğunuzun doğum günü sizin için bir gurur ve mutluluk günü; onu kutlamak istemeniz çok kıymetli. Ancak okul ortamında bu tür kutlamalar, bazı çocuklarda kıyaslama duygusuna, dışlanmışlık hissine veya beklenti baskısına neden olabiliyor. Her ailenin imkânı, yaklaşımı, inancı ya da hassasiyeti farklıdır. Bu nedenle okul, tüm çocukların eşit ve sade biçimde kutlandığı, kimsenin kendini “daha az özel” hissetmediği bir kutlama anlayışını tercih eder. Sade yapılan bahçe kutlamalarında çocuk yine arkadaşları tarafından alkışlanır, öğretmeniyle minik bir seremoni yaşar, hatırlanır ve özel olduğunu hisseder. Ama bunu abartıdan, yarıştan, kıyaslamadan uzak bir şekilde yaşar. Amacımız, her çocuğun olduğu gibi değerli olduğu bir ortam kurmak. Sizin sevginiz zaten onun en özel hediyesi — biz sadece bu sevgiyi herkesin içinde incitmeden yaşatmak istiyoruz.
Okulda yıl sonu gösterisi yapmayacaklarını söylediler. Ben tüm ailenin gelmesi için okul ücretinin aylık masrafı kadar davetiyeler satın almak, çeşit çeşit kostümler satın almak, O’nu sahnede görmek, içinden seçemediğim onlarca fotoğrafın hepsini satın almak, ve aylarca çocuğumun bu gösteri için zorla hazırlanmasında bir sakınca görmüyorum. Çocukların bir daha geri gelmeyecek oyun ve özgür öğrenme zamanlarını mutlu ve zorlanma olmadan değerlendirmelerini istiyorlarmış. Ne demekse artık*
Çocuğunuzu sahnede izlemek, onunla gurur duymak ve bu anı ölümsüzleştirmek istemeniz çok kıymetli ve anlaşılır bir duygu. Ancak okulun tercih ettiği yaklaşım, çocukları gösteri baskısı altına almadan; onları oldukları gibi sergileyen, içten, doğal ve keyifli bir süreç yaratmaktır. Uzun hazırlıklar, ezber baskısı, kalabalık sahne kaygısı gibi unsurlar; özellikle erken yaş gruplarında özgüven yerine gerginlik yaratabiliyor. Okulun amacı, çocukların gelişimini alkış için değil, içsel motivasyonla desteklemek. Kostümler yerine kendini ifade etme, prova yerine serbest oyun, dış onay yerine içsel başarı duygusu ön planda tutuluyor. Gösteri değilse bile; günlük yaşantılarındaki doğal başarıları görünür kılmak için, farklı yaratıcı yollar her zaman bulunur. Kısacası: Biz çocukları sahneye değil, hayata hazırlıyoruz.
Öğretmenler gününde, yılbaşında, öğretmenin doğum gününde, yıl sonunda vs öğretmenlere hediye almak yasakmış. Ben öğretmenimizi hediyelere boğmak, yemeklere çıkarmak istiyorum. Neden buna karışılıyor ki?
Öğretmeninizi takdir etmek istemeniz, onun emeğine duyduğunuz saygının çok güzel bir göstergesi. Ancak okul olarak, öğretmen-veli ilişkisini karşılıklılık, eşitlik ve şeffaflık ilkeleriyle sürdürmek istiyoruz. Hediyeleşme, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, zamanla beklentiye, kıyaslamaya ve istemeden de olsa bazı ailelerin kendini mahcup hissetmesine neden olabiliyor. Bu yüzden biz öğretmenlere verilecek en anlamlı hediyenin; bir teşekkür notu, çocuğun yaptığı bir resim, ya da içten bir sohbet olduğuna inanıyoruz. Bu tür jestler hem daha samimi hem de herkes için erişilebilir ve içten olur. Takdirinizin değeri kalpten geldiğinde, ne kutu ne fatura gerek kalır… Öğretmenlerimiz sizin bu yürek dolusu teşekkürünüzle zaten fazlasıyla mutlu olur.
Öğretmenlerin dışarda velilerle görüşmeleri, yemeğe çıkmaları, evlerine gitmeleri, sosyal medyada takipleşmeleri uygun değilmiş.. Yedik sanki öğretmeninizi, bu devirde bu kadar yasakçı olmak nedir?
Bu tür sınırlamalar, öğretmeni sizden uzaklaştırmak için değil; tüm velilerle eşit, adil ve profesyonel bir ilişki sürdürebilmek için vardır. Öğretmenlerin sosyal yaşamda bazı velilerle daha fazla görüşmesi ya da sosyal medyada bireysel etkileşimde bulunması, istemeden de olsa diğer ailelerde dışlanmışlık ya da yanlış anlaşılma duygusu yaratabilir. Biz okulumuzda güveni, duvarlar dışındaki kişisel samimiyetlerle değil; sınıf içinde kurulan tutarlı, saygılı ve şeffaf bir iletişimle inşa etmeyi hedefliyoruz. Bu yaklaşım, öğretmeni yüceltmek için değil; çocuklarımızı ve ailelerimizi korumak içindir. Çünkü bizce gerçek samimiyet, bir kahve masasından değil, ortak hedefte buluşmaktan doğar. Ve biz o hedefte daima yanınızdayız.
Bugün yapılması gereken kitap sayfaları yapılmamış, ben her gün takipteyim, o kadar para verdik. Yarın gidip hesap soracağım hemen.
Çocuğunuzun eğitimini yakından takip etmeniz çok değerli; bu onun gelişimi için ne kadar ilgili bir ebeveyn olduğunuzu gösterir. Ancak okul öncesi dönemde kitap, sadece bir araçtır; amaç ise çocuğun o günkü duygusal durumu, ilgisi, sosyal etkileşimi ve hazırbulunuşluk düzeyine göre şekillenen bütünsel bir öğrenme deneyimidir. Bazen bir sayfanın yapılmaması, o gün çocuğunuzun başka bir alanda daha derin öğrenme yaşadığı anlamına gelebilir. Okulumuzda etkinlikler planlıdır ama esneklikle uygulanır; çünkü her çocuk aynı hızda, aynı sırayla öğrenmez. Sayfa bazlı değil; beceri temelli gelişimi esas alırız. Lütfen unutmayın: Deftere yazılmayan şeyler de bazen çocukların hafızasında ömür boyu kalır.
İlerde hangi koleje göndereceksem, onun anaokuluna vermem gerek, öyle dediler. İki arada bir derede kaldım, okul da bir güzel ve butik, aklım kaldı. Aşırı kalabalık ve üst üste olmadığı için bire bir ilgi de aklımı çeliyor ama.. Ne yapsam bilemedim.
Bu kararsızlık, aslında çocuğunuz için en doğru kararı vermeye çalışan duyarlı bir anne-babanın iç sesi. Ancak şunu unutmamak gerekir: Erken çocukluk döneminde asıl önemli olan, akademik hazırlık değil; çocuğun oyunla öğrenmesi, bağ kurması, özgüven kazanması ve ilgiyle görülmesidir. İyi bir ilkokul ya da kolej elbette önemlidir; ama o yolun sağlamlığı, çocuğun ilk yıllarda yaşadığı güvenli, bireysel ve destekleyici ortamlara dayanır. Kalabalık sınıflar, erken akademik yönelimler, henüz duygusal olarak hazır olmayan çocuklarda baskı yaratabilir. Butik ve bire bir ilginin mümkün olduğu bir okulda, çocuk potansiyelini daha sağlıklı keşfeder. Koleje geçiş zamanı geldiğinde, özgüveni yüksek bir çocuk her yere kolaylıkla adapte olabilir. Bugünün temeli, yarının yolunu zaten hazırlar.
Çocuğum bugün eve gelince argo bir sözcük söyledi. Bizim evde kimse böyle şeyler kullanmaz. Okulda bunları mı öğretiyorlar? Başka bir çocuk söylemiş, O da aslında ablasından mı abisinden mi duymuş. Bu tip ailelerin olduğu yerde bir dakika duramayız.
Endişenizi çok iyi anlıyoruz. Hiç alışık olunmayan bir sözcük çocuğunuzun ağzından çıktığında doğal olarak telaşlanmanız, onu korumak istemeniz son derece yerinde bir tepkidir. Ancak erken çocukluk dönemi, çocukların çevrelerinden duydukları her şeyi anlamadan tekrar edebildiği, dili deneyimle öğrenme dönemidir. Bu, bilinçli bir öğrenme değil; merak ve taklit temellidir. Okulda her çocuğun farklı aile yapılarından ve dil alışkanlıklarından geldiğini biliyor, bu yüzden dil kullanımı konusunda çok hassas davranıyor ve uygun olmayan ifadeleri fark ettikçe rehberlikle yönlendiriyoruz. Buradaki hedef, dışlamak değil; birlikte öğrenmek, birbirimize saygıyı öğretmek. Hepimiz aynı toplumun çocuklarını büyütüyoruz. Bu tip olaylar, ayrışmak değil; birlikte daha iyiyi inşa etmek için fırsat olabilir.
Her şeyde size şeffaf olacağız ve anında bilgi vereceğiz dediler. ‘’Düştü, ağladı, hafif ateşi çıktı vs ‘’ arıyorlar. Yemekte miyim, sporda mıyım açabilecek durumda mıyım, hiç umurlarında değil. Kendime ait zamanlar yaratmak için çocuğumu okula verdim ama rahatsız ediliyorum. Akşam okuldan alırken söyleyin işte, ne var gün ortasında sürekli rahatsız ediyorsunuz?
Bu hassasiyetiniz çok değerli; çünkü çocuğunuza hem iyi bakılmasını hem de kendi alanınıza saygı duyulmasını istiyorsunuz. Okul olarak şeffaf iletişim vaadimiz, güveninize layık olmak için kurduğumuz bir ilkedir. Ancak bu, sizi gün boyu telaşa sokmak ya da sürekli bölmek için değil; “önemli her gelişmede sizden saklamayız” ilkesine dayalıdır. Eğer tercih ederseniz, sizinle yalnızca acil durumlarda iletişime geçilmesini talep edebilir, küçük günlük detayların akşam görüşme saatine saklanmasını isteyebilirsiniz. Bizim için önemli olan, sizinle iletişimi nasıl sürdüreceğimizin karşılıklı netliğidir. Şeffaflık bir kural değil, esnekçe şekillendirebileceğimiz bir yaklaşımdır. Sizin için en iyi iletişim biçimini birlikte belirleyebiliriz.
Önceden haber vermeyi unutmuşum. Anlık gelişti, işim çıkınca. Abisini/ablasını/dedesini/ halasını/apartman görevlisini/samimi olduğum diğer veliyi gönderdim çocuğumu alması için. Vermediler iyi mi? Yok hem yazılı hem sözlü bilgi vermem gerekirmiş önceden, alacak kişinin kimlik bilgisini yazmak zorundaymışım. Bu da yetmezmiş gibi, gönderdiğim kişi, fotoğraflı kimlik belgesini göstermeliymiş. Delirttiler beni bugün onca işimin arasında. Zaten dedemiz de bozuldu, nasıl vermezler diye, kıyamet koptu evde bu yüzden
Gün içinde planlar aniden değişebilir, hepimiz yoğunuz; elbette böyle durumlarda destek almak en doğal hakkınız. Ancak okul olarak en temel önceliğimiz, çocuğunuzun güvenliğidir. Kimlik doğrulaması yapılmadan ve yazılı bilgilendirme olmadan hiçbir çocuğun, ismi ne kadar tanıdık ya da kişi ne kadar samimi olursa olsun, bir başkasına teslim edilmesi yasal olarak da, vicdani olarak da mümkün değildir. Sistemimiz sizi zor durumda bırakmak için değil; her çocuğun aynı güvenlik prensipleri içinde korunmasını sağlamak için kurulmuştur. Bu tip durumlar yaşandığında sizi yormadan ilerlemek adına, kolay doldurabileceğiniz önceden hazırlanmış “alternatif teslim kişileri” listesi ile süreci pratik hale getirebiliriz. Bazen bir “önlem”, büyük bir olası sorunun önüne geçer. Bugün sizi zorladıysa da, aslında çocuğunuzu korumak içindi.
‘Ben samimi bir insanım.’ ‘Canım, kuzum, kuşum, aşkım, güzellik, yavrum, hayatım, gülüm’’, benim sevdiklerime hitap şeklim. Ayrıca her gün gördüğüm ve çocuğumu emanet ettiğim insanlara ’siz ‘ demek bana çok yapay geliyor. Neymiş, müdüründen öğretmenine, asistanından psikoloğuna, aşçısından personeline ‘sen’ diyemez ve bu sevgi sözcüklerimi söyleyemezmişim. Sınırlardan, mesafeden, saygıdan vs bahsettiler. Kaçıncı yüzyıldayız, geri kafalı bunlar
Sizinki çok güzel bir kalpten gelen içtenlik… Sevgiyle yaklaşmanız, hitaplarınızın sıcak olması elbette iyi niyetli. Ancak okul ortamında bu gibi ifadeler zamanla bazı kişiler için rahatsızlık verici olabilir, sınırların kaymasına yol açabilir ya da diğer veliler tarafından yanlış anlaşılabilir. “Siz”li konuşmak ya da resmi bir dil kullanmak, samimiyetin önüne geçmek değil; herkesin aynı çerçevede eşit ve saygılı bir iletişim kurabilmesi için oluşturulmuş bir koruma alanıdır. Sınırlara saygı göstermek, karşılıklı güveni büyütür. Unutmayın, sıcaklık sadece kelimelerle değil, tutumla da geçer. Biz sizin içtenliğinizi seviyoruz; sadece onu herkes için güvenli bir zeminde yaşatmak istiyoruz.
Eve geldiğinde çocuğuma ne yemek yediğini soruyorum. Her gün ‘köfte, makarna, çorba’ diyor. ‘’Okulda ne yaptınız?’’ diyorum; ‘’ resim yaptık, televizyon izledik’’ diyor. Bunlar ne yediriyor, ne içiriyor, bütün gün televizyon falan mı izletiyorlar acaba?
Çocuğunuzun gününü öğrenmek istemeniz çok doğal ve değerli bir ilgi. Ancak okul öncesi çağdaki çocuklar, günü anlatma konusunda yetişkinler gibi detaylı, sıralı ve doğru hatırlama becerisine sahip değillerdir. Bazen bir etkinlikten çok etkilendikleri için hep onu söylerler, bazen de sadece söylemesi kolay olanları tekrar ederler. Bu, yaşlarına uygun bir durumdur; yanıltıcı değil. Okulumuzda yemekler dengeli ve gelişimlerine uygun şekilde planlanır, ekran kullanımı ise sadece belirli içeriklerde, öğretmen rehberliğinde ve sınırlı süreyle yapılır. Günlük etkinlikler; serbest oyun, sanat, drama, müzik, doğa keşfi gibi birçok alanda zenginleştirilir. Gün sonu paylaşımlarımızı takip ederek ya da öğretmenlerle görüşerek, çocuğunuzun dünyasına çok daha net ve doğru bir pencereden bakabilirsiniz.
Okulda yarım yağlı süt vereceklerini söylediler, neden tam yağlı değil? İnsanın aklına bin türlü şey geliyor.
Çocuğunuzun beslenmesine dikkat etmeniz çok kıymetli ve biz de bu özeni sizinle paylaşıyoruz. Yarım yağlı süt tercihimiz, herhangi bir tasarruf ya da kısıtlama nedeniyle değil; uzman diyetisyenlerin ve çocuk beslenme kılavuzlarının önerilerine dayanır. 2 yaşından sonra, özellikle düzenli süt tüketen çocuklarda, yarım yağlı süt hem yeterli kalsiyum ve protein sağlar hem de ilerideki kalp-damar sağlığı açısından daha dengeli bir yağ alımını destekler. Tam yağlı süt, bazı durumlarda fazla doymuş yağ içeriği nedeniyle tercih edilmeyebilir. Ancak bu, çocuğun ihtiyacı olan yağları almadığı anlamına gelmez; çünkü bu yağlar günlük menülerdeki peynir, zeytinyağlı yemekler, yoğurt gibi diğer besinlerden dengeli şekilde karşılanır. Kısacası: Amacımız, çocuğunuzu eksik değil; dengeli ve sağlıklı beslemek.
Benim çocuğum sebze yemez. Öğretmeni bütün tabağını bitirdiğini söyledi. Mümkün değil, aklınca beni kandıracak
Çocuğunuzu en iyi siz tanırsınız, bu tartışılmaz… Ama çocuklar bazen evde “reddettikleri” şeyleri, farklı bir ortamda, arkadaşlarının yanında ya da öğretmeninin teşvikiyle hiç beklenmedik şekilde kabul edebilirler. Grup etkisi, birlikte sofraya oturma düzeni, görsel sunum ve yargılayıcı olmayan yaklaşım sayesinde çocuklar zamanla yeni tatlara daha açık hale gelirler. Öğretmeniniz çocuğunuzun tabağını gerçekten bitirdiğini söylüyorsa, bu onun gelişen damak zevkinin ve okul ortamına güvenle adapte olmasının bir göstergesi olabilir. Bazen bir çocuğun “sebze yemem” dediği geçmiş bir inançken, onu değiştiren bir deneyim yaşanmış olabilir. Bu küçük ama önemli değişimi fark etmek, gelişimsel açıdan çok güzel bir işarettir. Belki yakında evde de minik sürprizlerle karşılaşırsınız.
Portfolyo günü yaptılar. Benimki boyamaları hep dışarı taşırmış; fili pembeye, kediyi mora boyamış. Hiç görmemiş galiba öğretmeni de, bir düzeltiversin, ooo kim bilir aklı nerede? İş başa düştü, evde ben çalıştıracağım. Diğer velilere de rezil olduk diye söylendim çocuğuma zaten evde de.
Bu tepkiniz, çocuğunuzun iyi görünmesini istemenizden, onunla gurur duymayı arzulamanızdan kaynaklanıyor. Ancak unutmayın ki çocukların resmi “doğru” yapmak gibi bir zorunluluğu yoktur — özellikle de okul öncesi dönemde. Bu yaş, hayal gücünün özgürce aktığı, pembe fillerle mor kedilerin çok normal olduğu bir evredir. Çünkü onların amacı birebir gerçeklik değil; iç dünyalarını renklendirmek ve duygularını kağıda dökmektir. Boya taşırmak, zihinsel dağınıklık değil; motor gelişimin doğal bir sürecidir. Bu dönemde önemli olan “ne yaptığı” değil, “yaparken ne hissettiğidir.” Öğretmenler, çocuğun iç dünyasına zarar vermeden, yargılamadan rehberlik eder. Evde düzeltmeye çalışmak yerine, “mor kedi ne güzel bir fikir” diye şaşırmak, çocuğunuzun özgüvenini büyütür. Rezil olmadınız; bir sanatçının hayal gücüne tanıklık ettiniz.
Whatsapp grubunda bir velinin yazdıkları beni çok endişelendirdi. Hemen çocuğumu sıkıştırıp sordum; sıkıldı, kaçamak cevaplar verdi ama benim ısrarlı sorularıma tabii ki de dayanamayıp her şeyi onayladı. Daha çok gözlem yapmalıyım, ilgisiz anne gibi göründüm, bundan sonra her gün sıkıştırıp ağzından laf alacağım çocuğun, çok güvenip gevşek bırakırsan böyle olur işte. Ben de sorun yok, çocuk mutlu diye sorgulamıyordum, safmışım saf
Endişelenmeniz, çocuğunuza ne kadar önem verdiğinizi ve onu koruma içgüdünüzün ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Ancak çocuklar, doğrudan sorgulandıklarında çoğu zaman “ne söylesem de annem rahat etse” hissiyle hareket ederler. Bu da bazen gerçeği çarpıtmalarına, bazen de olmayan bir durumu onaylamalarına neden olabilir. Sürekli sorgulama, zamanla çocuğunuzun sizinle paylaşım yapma isteğini azaltabilir ya da sizi memnun etmek için “uygun cevap” üretmesine neden olabilir. En sağlıklı yaklaşım, güvenli ve rahat bir iletişim ortamı oluşturarak onun gönüllü paylaşımlarına alan tanımaktır. Gözlem elbette önemlidir; ama izleyerek, dinleyerek ve hislerini baskılamadan duyabildiğimizde daha doğru sonuçlara ulaşırız. Unutmayın: Sorgulamak değil, güven vermek daha çok şey anlatır.
Çocuğum okula başlayalı 2 hafta oldu. Hani verdikleri sözler? Hani bilingual eğitimdi, hani native öğretmenlerdi. Şakır şakır İngilizce konuşacaktı. Yok, iki koca hafta geçti. Kandırdılar kesin bunlar bizi.
Endişenizi anlıyoruz; çünkü çocuğunuzun gelişimi için umutla çıktığınız bir yolda hızlı sonuç görmek istemeniz çok doğal. Ancak erken yaşta yabancı dil edinimi, “öğrenmekten” çok “duyarak, hissederek, oyunla içselleştirme” sürecidir. İlk haftalarda çocuklar yabancı dili anlar, sesleri ayırt etmeye başlar, hatta sessizce zihninde işler ama bunu hemen konuşmaya dökmez. Bu tamamen gelişimsel ve sağlıklı bir süreçtir. Native öğretmenlerimiz, çocukların İngilizceyi bir ders gibi değil, günlük yaşamın doğal bir parçası olarak deneyimlemesi için ortam hazırlarlar. Bu sessiz gözlem dönemi bittikten sonra çocuklar yavaş yavaş kelimeleri, kalıpları ve sonra da cümleleri kullanmaya başlar. Sabırlı olmanızı ve sürece güvenmenizi rica ediyoruz. İki hafta, bir tohumun çimlenmesi için bile erken olabilir — ama toprağın altında çok şey olur.
İlk defa okula başlıyor çocuğum. Minicik… Şimdiye kadar evde steril büyüttüm. Misafir kabul etmedim, kalabalıklara sokmadım. Kimsenin temasına izin vermedim. Gak dedi su, guk dedi yemek verdim, taşa yalınayak bastırmadım, terliyken soğuk su içirmedim, sırtına havlu, ağzına kaşık dört döndüm etrafında. Artık okul nasıl bir mikrop yuvasıysa, başladığından beri sürekli hasta. Gariban gibi boynu bükük tabağını da kaldırıyormuş yavrum benim. Suyunu bile elimle içirdim, yorulmasın diye yürütmeyip hep kucağımda taşıdım ben. Pişman oldum okula gönderdiğime, boşa verdik onca parayı, geri de vermiyorlar zaten. Çok pişmanım çok. Keşke direkt ilkokulla başlasaydık, ne işimiz varmış anaokulunda.
Sözlerinizden ne kadar sevgi dolu, titiz ve özverili bir ebeveyn olduğunuz anlaşılıyor. Çocuğunuzu şimdiye dek korumak için gösterdiğiniz çaba gerçekten büyük… Ancak bu geçiş süreci, sadece çocuğun değil, aynı zamanda sizin de yavaş yavaş “bırakmayı” öğrenme yolculuğunuzdur. Bu yol kolay değildir. Hele ki hastalıklar, ağlamalar, alışma sancılarıyla birlikte gelince, pişmanlık duygusu çok insani hale gelir. Ancak bilin ki; çocuklar mikroplarla tanışa tanışa bağışıklık kazanır, sorumluluk alarak büyür, küçük hayal kırıklıklarıyla dayanıklılık geliştirir. Tabağını kaldırmak bir yük değil; kendine güvenmenin ilk adımıdır. Bugün hasta, yarın daha dirençli. Bugün zor, yarın daha güçlü. Anaokulu, sadece çocuğa değil — anneye de “bırakmadan güvenmeyi” öğretir. Geri dönüş yok, ama dönüşüm mümkün. Siz pişman değilsiniz; sadece çok yorgunsunuz. Geçecek. Gerçekten geçecek.
“Bizim çocuk çok içine kapanık. Evde bile kendi başına takılıyor. Okulda kimseyle oynamazsa, dışlanırsa, sessizliğine alışılırsa diye ödüm kopuyor.”
Sessiz çocuklar fark edilmez sanılır ama aslında en derin gözlemler hep onlardadır. Okulda her çocuk, kendi hızında, kendi ritminde açılır. Öğretmenlerimiz sessiz çocukların duygusal ritmini anlayacak eğitimden geçmiştir. Zorla konuşturmaz, bekler, alan tanır. Sessizlik sorun değil, bir başka gelişim yoludur. Kendi varlığını duyması, başkaları tarafından duyulmasından önce gelir.
“O kadar alıştı ki bana… Onsuz bir yere bile gitmiyor. Beni okulda bırakırken ağlarsa, arkamdan bağırırsa, o kapıda beni unutur sanırsa, ben ne yapacağım?”
Ayrılık anı, sadece bir ayrılık değil; çocuğun zihninde “geri geleceksin” inancının ilk tohumudur. Ağlaması, sevgiyle kurduğu bağın gücünü gösterir. Ama her bırakış, bir güven pratiğidir. Siz her geri döndüğünüzde, onun içindeki “ben güvendeyim” sesi biraz daha büyür. Biz kapıda ağlayan değil, bir gün size “tamam anne, ben gidebilirim” diyen çocuğu hayal ediyoruz.
“Biz evde çocuğumla birebir ilgileniyoruz zaten. Bu yaşta sosyal beceriymiş, paylaşmayı öğrenmekmiş, çok da gerek yok. Zaten yaşı küçük, daha küçücük…”
Evinizin güvenli ortamı paha biçilemez. Ama sosyal beceriler, evdeki huzurdan değil; çatışmayı, beklemeyi, anlaşmayı yaşarken gelişir. Paylaşmak teorik değil, pratik bir şeydir. Çocuk ancak yaşıtlarının yanında “ben” demeyi değil, “biz” olmayı öğrenir. Erken yaşta bu deneyimi yaşayan çocuklar, ileriki yıllarda daha az kaygılı, daha esnek bireyler olur.
“Biz çocukla evde sürekli kitap okuyoruz, oyun oynuyoruz. Okulda ne yapılıyor ki fazladan? Oyunsa evde de oynuyor zaten.”
Evdeki oyun, sevgi dolu ve özel. Ama okulda oyun, sosyal, kural içeren ve yapılandırılmış bir öğrenme alanıdır. Oyunla paylaşmayı, sırasını beklemeyi, kaybedip yeniden denemeyi, farklı fikirleri duymayı öğrenir. Kitap evde okunur; ama sınıfta o kitabı tartışmak, canlandırmak, sorgulamak gelişimi katlar. Eğitim sadece içerik değil; bağlamdır da.
“Benim çocuğum çok hassas. Başkaları onu kırar diye korkuyorum. Oyunlarda dışlanırsa, sert konuşulursa içine kapanır, çok etkilenir.”
Hassas çocuklar, çevrelerini çok daha yoğun algılarlar. Bu bir zayıflık değil; duyarlılıktır. Biz bu çocukları korumak yerine, onları duyarlılıklarını tanımaya teşvik ediyoruz. Nazik sınırlar, sıcak yönlendirmelerle kendilerini daha net ifade etmeleri için ortam yaratıyoruz. Hassasiyet, doğru destekle liderliğe dönüşebilir.
“Çocuğum öğretmenine bağlanırsa bana olan sevgisi azalır diye korkuyorum. Öğretmenleri benden daha çok sevmeye başlarsa ne yapacağım?”
Çocukların sevgisi bölünmez; çoğalır. Öğretmenine bağlanması, size olan sevgisinden kopmak değil, güven duygusunun farklı yetişkinlere yayılmasıdır. Bu, onun dış dünyada da kendini güvende hissettiğinin göstergesidir. Öğretmeni sever, size güvenir. O güven, çocuğunuzun kişiliğinde sizden izler taşımaya devam eder.
“Benim çocuğum evde hep kuralları o belirler. Okulda başkasının sözünü dinlemek istemez, öğretmeniyle çatışırsa ne olacak?”
Evde sınırlar kayabilir ama okul bir topluluk yaşamıdır. Çocuklar, gruba ait olmanın getirdiği doğal akışla öğretmen otoritesini zamanla içselleştirir. Biz “itaat” değil; iş birliği öğretiyoruz. Sınır koyarken bağ kurmayı, hayır derken güven vermeyi hedefliyoruz. Kurallar, çocukları köşeye sıkıştırmak için değil; onların yönlerini bulmaları içindir.
“Benim çocuğum çok hareketli, yerinde durmaz. Okul onu zorlayamaz mı? Sürekli ‘otur’ denirse, enerjisi körelir diye korkuyorum.”
Enerjik çocuklar, keşfetme gücünü içlerinde taşır. Onlara “otur” demek yerine, hareketi öğrenmenin bir aracı olarak kullanıyoruz. Dans, drama, açık alan etkinlikleri, hareketli okuma çalışmaları sayesinde hem enerjisini atar hem öğrenir. Biz çocuğu susturmayız, ritmine kulak veririz. Hareket etmek, öğrenmenin doğal müziğidir.
“Okulda başka çocuklar bizimkine kötü davranırsa? Ya itilir, kakılır, ya da kimse onunla oynamazsa ne olacak?”
Çocuklar ilişki kurmayı da, sınır çizmeyi de deneyerek öğrenirler. Zaman zaman çatışma yaşamaları, sosyal gelişimlerinin parçasıdır. Öğretmenlerimiz bu anlarda sadece gözlemci değil, yönlendirici bir rol üstlenir. Her çocuk görülür, her duygu fark edilir. Bir çocuk üzülüyorsa, biz sadece kimin ne yaptığını değil, herkesin ne hissettiğini anlamaya çalışırız.
“Bizim çocuk çok çabuk sıkılır. Okul her gün aynı şeyleri yapıyorsa dayanamaz. Rutin ona göre değil.”
Çocuklar sıkıldıklarını söylediklerinde çoğu zaman yeni bir şeye alan açma ihtiyacını dile getirirler. Okulumuzda günlük akış rutin gibi görünse de, içerik her gün zenginleşen, sürprizlerle bezeli bir öğrenme atmosferidir. Rutin, çocuk için tahmin edilebilirlik ve güven sağlar. Sürprizler ise merakını besler. Biz ikisini dengede tutarız: Güvende hissettiği bir zeminde, özgürce keşfetmesi için.
“Güvenlik önlemleri tam mı? Kameralar, giriş-çıkışlar, yabancı birinin okula girme ihtimali beni rahatsız ediyor.”
Çocuğunuzun güvenliği bizim için sadece fiziksel değil, psikolojik güvenliği de kapsayan bir önceliktir. Giriş-çıkış kontrolleri, ziyaretçi kayıtları, kimlik doğrulama sistemleri ve kamera izleme sistemi aktif olarak çalışır. Ayrıca her öğretmen çocuk tesliminde sadece tanımlı kişilere çocuk teslim eder. Güvenliğin şansa bırakılacak bir yanı yoktur.
“Benim çocuğum çok duygusal değil, daha çok hareketli. Sürekli duygular, hisler, paylaşımlar anlatılıyor. Bizimki adapte olamazsa?”
Her çocuk farklı bir yoldan öğrenir. Kimi duygularıyla, kimi hareketiyle, kimi oyunu aracılığıyla… Biz tüm yolları tanır, her çocuğun doğal iletişim dili neyse onunla bağ kurarız. Duygular sadece konuşularak değil; oyunla, mimikle, bedensel ifadeyle de yaşatılır. “Duygusal değil” dediğiniz çocuk bile sevildiğini hissettiğinde bağ kurar.
“Çocuklara her şey çok mu serbest? İleride kural tanımaz olmasın diye çekiniyorum.”
Sınır koymak ile baskı kurmak farklı şeylerdir. Biz çocuklara sınır koyarız ama bunu sevgiyle yaparız. Kurallar net ama esnektir; çocuklara rehberlik eder, onları korkutmaz. Bu yaşta sınır gören çocuk, ilerde sınır koymayı öğrenir. Kural tanımak, kural ezberlemekten değil, nedenini anlayarak içselleştirmekten geçer.
“Eşim ‘çok şey öğreniyor’ diyor ama bana göre daha çok oyun oynuyor. Gerçekten öğreniyor mu?”
Oyun çocukların ana öğrenme aracıdır. Göründüğü kadar basit değildir. Oyunla çocuk matematik kavramları, dil gelişimi, problem çözme ve sosyal beceriler geliştirir. Bu yaşta öğrenme, klasik akademik formlardan çok oyun içinde gizlidir. Eğlenirken öğrendiği bilgiyi hayatının tamamına yayar.
“Yemek listesi bana eksik geliyor. Evde daha et ağırlıklı besliyoruz. Çocuğum okulda tok kalıyor mu?”
Yemekler diyetisyen kontrolünde, yaş grubuna uygun kalorilerle hazırlanır. Dengeli protein, karbonhidrat ve sebze oranı gözetilir. Evdeki gibi fazla et tüketimi yerine çeşitlilik ve denge önemlidir. Öğün sonrası çocuklar tokluk takibiyle gözlemlenir. Sadece doyması değil, sağlıklı gelişmesi önceliğimizdir.
“Çocuk eve geldiğinde ne yaptığını anlatmıyor. Günü takip edememek beni rahatsız ediyor.”
Bu yaş grubundaki çocuklar çoğu zaman gününü anlatmakta zorlanır çünkü soyut zamanı kavramaları henüz gelişmemiştir. Ama biz size günlük bültenler, kısa notlar ya da dönemsel gelişim raporlarıyla düzenli bilgi aktarırız. Gözleminizle birlikte bu bilgiler bir bütünü oluşturur.
“Eşimin hassasiyetiyle okula verdik, ama çocuğun psikolojisini etkileyecek bir durum olursa nasıl anlayacağız?”
Okulumuzda her çocuk duygusal gelişim açısından bireysel olarak takip edilir. Gözlemler öğretmen-psikolojik danışman iş birliğiyle yürütülür. Değişen davranışlar, ruh hali ya da uyum süreçleri sizinle paylaşılır. Erken fark etmek için gözümüz sadece çocuğun yüzünde değil, davranışlarında da olur.
“Disiplin konusu nasıl ele alınıyor? İyilikle anlatmak yetmeyebilir bazen. Her şey konuşarak mı çözülüyor?”
Bu yaşta disiplin, ceza değil yönlendirme anlamına gelir. Kızmak değil, sınır koymak önemlidir. Davranışın nedenine inilir, sonuçları çocukla birlikte değerlendirilir. Bu sayede çocuklar iç motivasyon geliştirir. Korkuyla değil, ilişkiyle öğrenilen kurallar kalıcıdır.
“Eşimin olmadığı bir gün çocuğu ben getirdim. Diğer velilerle samimiyet farklıydı. Bu okulda anneler mi daha önde?”
Sizin varlığınız bizim için çok kıymetli. Çoğu iletişim anneler üzerinden ilerlese de, babaların aktif katılımını destekliyoruz. Baba-çocuk atölyeleri, babalar için özel bilgilendirme toplantıları ve bire bir görüşme imkânlarımızla size alan açıyoruz. Bu süreçte baba da rehberdir.
“İkiz çocuklarım var. Birbirlerinden ayrılmadan gelişemezler mi? Aynı sınıfa vermek doğru mu?”
İkiz çocuklar birbirlerine güçlü bağlarla bağlıdır; ancak bireysel gelişimleri için bazen ayrışma da destekleyici olabilir. Bu kararı sizinle birlikte gözlem yaparak veririz. Ayrı sınıf zorunluluğu değil; ihtiyaç varsa ayrılaşma desteklenir. Her çocuğa ayrı ayrı kimlik ve alan tanımak esastır.
“Okul bu kadar küçük yaşta İngilizce öğretmekle övünüyor. Bu gerçekten gerekli mi?”
Küçük yaşta dil öğrenmek, beyin gelişimi açısından büyük fırsattır. Bu yaşta öğrenilen dil, çaba göstermeden içselleşir. İngilizce ders gibi değil; günlük hayatın içine serpiştirilmiş halde sunulur. Erken yaşta dil, sadece akademik değil; kültürel farkındalık ve özgüven de kazandırır.
“Çocuğumun geleceğini düşünüyorum. Bu okuldan mezun olan çocuklar ilkokulda nasıl ilerliyor?”
Okulumuzdan mezun olan çocuklar özgüvenli, meraklı, kendini ifade edebilen bireyler olarak ilkokula geçiş yapar. Problem çözme, grup içinde yer alma, duygularını yönetme gibi beceriler kazandıkları için akademik hayata daha hızlı adapte olurlar. Sadece bilgiyle değil, beceriyle ilerlerler.
“Evde tablet izletmiyoruz. Okulda ekran kullanımı var mı? Varsa ne sıklıkla, nasıl?”
Teknolojiyi sınırlı, kontrollü ve içerik denetimli şekilde kullanıyoruz. Yalnızca eğitimsel amaçlı, kısa süreli ve öğretmen eşliğinde gösterimler yapılır. Çocuğun dijital farkındalığını artırmak için değil, merakını beslemek ve deneyimi desteklemek için araç olarak kullanılır.
“Bizim çocuk evde çok sakin. Okulda aşırı hareketliymiş. Ya okul ortamı onu değiştiriyorsa?”
Okul, çocuğun sosyal yüzünü ortaya çıkarır. Evdeki sakinlik, ev ortamının tanıdıklığından kaynaklanıyor olabilir. Okulda heyecan, yeni arkadaşlar ve oyun ortamı çocuğun farklı yönlerini açığa çıkarır. Bu bir bozulma değil; gelişimin doğal bir yansımasıdır.
“Bütün gün çocuklarla ilgilenen öğretmen gerçekten sabrını koruyabilir mi? Bazen içimden ‘kesin bağırıyorlardır’ diye geçiyor.”
Öğretmenlerimiz çocuk gelişimi, kriz yönetimi ve sınıf içi rehberlik konusunda düzenli eğitim alır. Sabır, bizim işimizin temelidir. İletişimde bağırmak yerine, sınır koymak, net olmak ve empatik yaklaşım esastır. Denetim ve gözlem sistemimizle bu ilkenin korunması güvence altındadır.
“Ben çocuğumun yanlış yapmasına dayanamam. Okulda başarısızlıkla karşılaşırsa kendine güveni sarsılmaz mı?”
Başarısızlık, öğrenmenin doğal parçasıdır. Okulumuzda hata yapmak utanılacak değil; üzerinde konuşulacak bir gelişim fırsatıdır. Çocuklar başarıya değil; çabalarına göre teşvik edilir. Bu yaklaşım, iç motivasyonlarını ve özgüvenlerini güçlendirir. Küçük başarısızlıklar büyük gelişimlere kapı aralar.
“Eşime destek olmak istiyorum ama açıkçası okul sürecine çok uzak hissediyorum kendimi. Nereden başlayayım?”
İlgili bir baba olmak için her an içinde olmak gerekmez. Küçük adımlar büyük etki yaratır: Çocuğunuzla gün sonu sohbeti, birlikte oyuna zaman ayırmanız, ayda bir okul etkinliğine katılmanız bile çocuğunuzun dünyasında sizi güçlü bir figür yapar. Biz sizi bu sürece dahil etmeye hazırız.
“İlerideki başarı için bu yaşlarda ciddi eğitim alması gerektiğini düşünüyorum. Anaokulunda bu yeterince karşılanıyor mu?”
Erken çocukluk eğitimi, ileriye yatırımın en kritik dönemidir. Ama bu yatırım bilgi ezberlemekle değil; problem çözme, dikkat, özdenetim, yaratıcılık ve iletişim gibi temel becerilerle yapılır. Bu beceriler, akademik başarının da hayat başarısının da temelini oluşturur. Biz bunu sağlam temellerle sunuyoruz.
“Ben bu kadar küçük yaşta çocuğun başkasına emanet edilmesine hala alışamıyorum. Bu kadar erken bırakmak doğru mu?”
Bu duygunun çok normal olduğunu biliyoruz. Ama çocuğunuz okula başladığında sadece öğretmene değil, bir öğrenme topluluğuna emanet edilir. Ebeveynlik bırakmak değil; dönüşmektir. Siz geri çekilirken onun adım atmasını izlemek, en kıymetli destek biçimidir.
“Bütün bu eğitim sistemleri güzel ama çocuk mutlu mu, önemli olan o. Gerçekten keyif alıyor mu?”
En doğru soru bu. Tüm planlamalarımızın, yöntemlerimizin, içeriklerimizin merkezinde çocuğun mutluluğu yer alır. Bizim için “mutlu çocuk” sadece gülen değil; merak eden, rahat konuşan, kendini güvende hisseden ve okula isteyerek gelen çocuktur. Gelişim onun doğal hali, mutluluk onun yönüdür.
“Bizim zamanımızda anaokulu mu vardı? O yaşta çocuk zaten oyun çocuğu. Anaokuluna gerek var mı?”
Oyun çocuğun ana işi. Ama artık biliyoruz ki, bu dönemde doğru ortamda, rehberlikle oynanan oyun; dili, düşünmeyi, duyguları, ilişkileri ve yaratıcılığı geliştiriyor. Anaokulu, sadece oyun alanı değil; çocuğun sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimi için yapılandırılmış bir ortam sunar.
“Çok küçük daha, okula alışamaz. Anne-babasının yanından ayrılması bu yaşta doğru değil.”
Ayrılık zor olabilir ama doğru destekle bu süreç, çocuğun güven duygusunu geliştirdiği ilk sosyal adımdır. Okulda bağ kurmayı, sabretmeyi, baş etmeyi öğrenir. Aileye olan bağlılık azalmaz; aksine, çocuk dış dünyada da güvenli bağlar kurmayı öğrenir.
“Çocuk terliyken dışarı çıkarılır mı? Hasta olur!”
Çocuğun fiziksel hareketliliği ve açık havayla temas etmesi, bağışıklık sistemini güçlendirir. Uygun giydirildiğinde, temiz havada oynaması sağlıklıdır. Üşümekten çok, kapalı ortamda uzun süre kalmak çocukları hasta eder.
“Daha kalem tutmayı bilmiyor. Yazı çizgi işleri bu yaşta fazla değil mi?”
Kalem çalışmaları bu yaşta ‘yazı öğretme’ amaçlı değil; el kaslarını, dikkat süresini ve görsel algıyı geliştirmek içindir. Bu çalışmalar, ilkokula hazırlıkta temel oluşturur ama oyun ve sanatla harmanlanarak verilir, asla zorlayıcı değildir.
“Duygularla, hislerle bu kadar uğraşılır mı? Bizim zamanımızda çocuk çocuktu.”
Duygular, çocukların yön bulduğu pusuladır. Onları tanımak, ifade etmek ve düzenlemek, hayat boyu ilişkilerinin temelini oluşturur. Bizim kuşaklar duygularını bastırmayı öğrendi, şimdi ise sağlıklı bir gelecek için çocuklara duygularını tanıma fırsatı veriyoruz.
“Çocuk ağlayınca hemen alınmalı kucağa. Ağlaya ağlaya alışır diye bırakmak vicdansızlık değil mi?”
Ağlamak, çocuğun duygusunu dışa vurma biçimidir. Biz, ağlayan çocuğu yalnız bırakmıyoruz; yanında duruyor, duygusuna rehberlik ediyoruz. Güvenli bağ, duygusunun anlaşıldığını hisseden çocukla kurulur. “Ağlasın, alışsın” değil; “anlaşılsın, güvensin” yaklaşımını benimsiyoruz.
“Biz evde her işini yapıyoruz, okulda kendi tabağını kaldırmak zorunda bırakıyorlarmış. Küçücük çocuk hizmet mi edecek?”
Evdeki ilgi çok kıymetli ama okulda çocuklar kendi işini yapmayı öğrenerek özgüven kazanır. Sorumluluk almak, çocuğu yorup küstürmez; aksine ‘ben de yapabiliyorum’ hissini güçlendirir. Bu beceriler, ileriki yaşam için temel dayanıklılık kaynaklarıdır.
“Çocuk her gün dışarı çıkmak zorunda mı? Ya düşerse, vurursa, başına bir şey gelirse?”
Hareket etmek ve doğayla temas etmek, çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimini destekler. Düşmek de, kalkmak da öğrenmenin bir parçasıdır. Elbette çocuklar kontrollü, güvenli ortamlarda oynar. Her adımda büyürler.
“Okul yemekleri eve göre sade kalıyor. Aç kalmasın çocuk, evden bir şey göndersek olmaz mı?”
Yemek listeleri, çocukların günlük ihtiyaçlarına göre diyetisyen eşliğinde hazırlanır. Evden yiyecek gönderilmesi alerji ve hijyen açısından sakıncalı olabilir. Okulda grup içinde yemek yeme alışkanlığı, yeme seçiciliğini de azaltır.
“Ben torunumu bırakmaya giderken öğretmene ‘canım, kuzum, evladım’ dedim. Beni uyarmaya kalktılar. Saygı kalmamış.”
Sözlerinizdeki sevgi niyetinden kuşkumuz yok. Ancak okulda herkesin aynı mesafede, profesyonel bir iletişimle bir arada olması için bazı hitap kuralları belirlenir. Bu, saygısızlık değil; kurumsal sınırları koruma çabasıdır. Samimiyet yine olur, ama herkesin rahat ettiği sınırlar içinde.
“Çocuk okulda kalabalık içinde kaybolur. Evde ilgiyle büyüyen çocuk, orada kendini yalnız hisseder mi?”
Okulda her çocuk görülür ve bireysel olarak takip edilir. Öğretmenler, sadece akademik değil; duygusal gelişim açısından da gözlem yapar. Kalabalık içinde yalnız kalmak değil, grubun bir parçası olmak hedeflenir. Sevgi, ilgi ve takip bizde asla eksik olmaz.
“Torunumun evde sık sık altı alınıyor. Okulda kendi söylüyormuş, bekletiyorlarmış. Bu yaşta tuvalet konusunda geri gider diye korkuyorum.”
Tuvalet alışkanlığı, çocuğun özbakım becerisinin önemli bir parçasıdır. Okulda hijyen kurallarına uygun, destekleyici bir tutumla bu süreç yürütülür. Çocuğun kendi ihtiyacını fark edip söylemesi ve küçük beklemeleri tolere edebilmesi, gelişimin doğal parçasıdır. Geriye değil, ileriye gider.
“Çocuk çok nazik olmuş, herkese ‘özür dilerim’ demeye başlamış. Bu kadar hassas büyütülürse ileride ezik olur.”
Naziklik zayıflık değil, sosyal zekânın güçlü bir göstergesidir. Özür dilemek, empati kurmayı, sorumluluk almayı öğrenmektir. Bu becerilerle büyüyen çocuklar, ileride hem güçlü hem saygılı bireyler olur. Hassas olmak, hayata duyarlı olmak demektir.
“Biz çocukken akşama kadar sokaktaydık. Şimdi çocukları sürekli gözlemliyor, yönlendiriyorlar. Bıraksınlar çocuk kendi haline kalsın biraz.”
Eskiden sokaklar, çocuklar için doğal bir öğrenme alanıydı. Bugün ise yapılandırılmış alanlar içinde doğal oyun deneyimleri yaratıyoruz. Gözlem, müdahale değil; rehberlik içindir. Serbest bırakmakla desteklemek arasında denge kurmak, çocuğun güvenle özgürleşmesini sağlar.
“Ben torunuma gizlice çikolata verdim diye uyarıldım. Her şeyin dozunda olanı zararlı mı ki?”
Zarar çikolatadan değil; tutarsızlıktan gelir. Çocukların alışkanlık kazanma süreci tutarlı davranış ister. Okulun belirli bir beslenme disiplini vardır. Tatlı, şeker gibi yiyecekler konusunda ortak tutum, çocukta sağlıklı seçimler yapmayı öğretir. Gizli değil; bilinçli davranmak en değerlisidir.
“Bize büyükanne-büyükbaba olarak hiçbir şey danışılmıyor. Okul süreci sadece anne-babanın kontrolünde gibi hissediyorum.”
Sizin birikiminiz ve sevginiz çok kıymetli. Elbette süreç öncelikle anne-babanın sorumluluğunda ama siz bu destek sisteminin vazgeçilmez bir parçasısınız. Dilerseniz okul etkinliklerine katılabilir, torununuzla birlikte vakit geçireceğiniz özel zamanlara dâhil olabilirsiniz. Ait hissetmeniz bizim için önemli.
“Bizim çocuk hiç durmazdı. Şimdi torunum bir şey sorduğumuzda bile ‘sessiz kalmam gerek’ diyormuş. Aşırı disiplin mi var?”
Sessizlik bazen korkudan değil; farkındalıktan kaynaklanır. Okulda çocuklar ne zaman konuşulacağını, ne zaman dinleneceğini öğrenir. Bu sadece kural değil; grup yaşamının doğasıdır. Çocuğun özgürlüğü kısıtlanmaz; davranışlar yapılandırılır.
“Okul çok pahalı geliyor. Biz çocuklarımızı bu imkânlar olmadan büyüttük, kötü mü oldular?”
Hiçbir sevgi, hiçbir değer eksik büyütülmedi. Ama dünya değişti. Çocukların ihtiyaçları, gelişim bilgisi ve yaşam koşulları da değişti. Bugünün çocukları için planlanan eğitim modelleri, onların gelecekteki zorluklarla başa çıkabilmeleri için hazırlandı. Eskiden iyi olanlar, bugün daha iyiye dönüşebilir.
“Torunumun okul çantasına, üstüne, eşyalarına bu kadar etiket konmasına gerek var mı?”
Etiketleme, sadece eşyayı bulmak için değil; çocuğun aidiyet duygusu kazanması için de önemlidir. Kendi eşyasını tanımak, sorumluluk almak ve kaybettiğinde takip etmeyi öğrenmek, gelişimin küçük ama etkili adımlarındandır.
“Torunum ağladığında hemen ‘bırak ağlasın, güçlensin’ demek isterdim ama şimdi ‘duygularına alan tanıyoruz’ deniyor. Biz mi yanlış yaptık?”
Kimse yanlış yapmadı. Her kuşak kendi doğrularıyla büyüttü. Ama şimdi bilim, duyguların bastırılmadan tanınmasının daha sağlıklı bireyler yetiştirdiğini söylüyor. Çocuğa ağladığı zaman eşlik etmek, onu duygularıyla baş başa bırakmak değil; güçlü bir bağ kurmaktır. Siz de şimdi bu anlayışın değerli bir parçasısınız.
“Çocuğum özgür, yaratıcı, kendi kararlarını alan biri olsun istiyorum… Ama sonra evde her şeye kendi karar vermeye kalkınca ne yapacağımı şaşırıyorum.”
Özgürlük, yönsüzlük değildir. Sınırlar çocuk için güvensizlik değil; tutunacak yapı taşlarıdır. Karar verme hakkı tanırken, sınır koymak da öğretici bir davranıştır. Kendi fikri olsun ama her fikrin bir çerçevesi olduğunu da bilsin. İşte özgürlük ve denge tam burada buluşur.
“Her şeyi doğal yapmaya çalışıyoruz: Şekersiz beslenme, ekran yok, oyuncaklar tahta… Ama bazen çocuğum bunlarla mutlu olmuyor gibi hissediyorum.”
İyilik adına yapılan seçimler, çocuğun da gelişimsel gerçekliğine uyumlu olmalı. Her şeyin doğalı kıymetli ama sürdürülebilir olanı da önemli. Mutluluğun ölçüsü ‘doğru şey’ değil; ‘doğru zamanda, doğru dozda şey’dir. Katı prensipler değil, esnek değerler büyütür.
“Çocuğuma bağırmak istemiyorum ama bazen elimde olmadan patlıyorum. Sonra suçluluk içinde özür diliyorum.”
Bu suçluluk, sizi kötü değil; farkındalıklı bir ebeveyn yapar. Öfkeyi bastırmak değil, tanımak önemli. Çocuklar mükemmel anne-babalara değil; duygularını fark edip düzenlemeyi öğrenen yetişkinlere ihtiyaç duyar. Özür dilemeniz, onu incitmez; insan olduğunuzu gösterir.
“Her akşam uyumadan önce çocukla kaliteli zaman geçiriyorum ama içimden bazen televizyon izlemek ya da yalnız kalmak geçiyor. Kötü anne-baba mı oluyorum?”
Hayır, sadece insan oluyorsunuz. Kaliteli zamanın içi yorgunlukla doluyken, o an kalite değil zorunluluk olur. Bazen çocuklarla geçirilen zamanın en değerlisi, birlikte sessizce kitap okumak ya da sarılıp sadece dinlenmek olabilir. Kaliteli zaman, niyetle başlar, ritüelle değil.
“Çocuğumu çok seviyorum ama bazı günler anneliği/babalığı istemediğim oluyor. Bu düşünce bile beni korkutuyor.”
Bu düşünceler, yoğun bağlılıkla gelen duygusal yorgunluğun sesi. Sevgi bir bağ, ama tükenmemek için alan da gerekir. Arada bir “ben” demek, çocuğa da kendine ait olma hakkını öğretir. İyi bir ebeveyn olmak için her an bunu istemek gerekmez; niyetiniz yeter.
“Çocuğumla gurur duyuyorum ama bazen onu diğer çocuklarla kıyaslarken buluyorum kendimi. Bunu yapmak istemiyorum ama elimde değil.”
Kıyas, modern toplumun hızla yayılan sesi. Ancak her çocuk başka bir hikâye. Onun hızına, diline, ilgisine sadık kalırsanız; biricikliğini görürsünüz. Kendinize “neye göre, kime göre” diye sormayı alışkanlık haline getirmeniz kıyasın etkisini azaltır.
“Doğruyu yapıyorum mu diye o kadar çok kaygılanıyorum ki, çocuğuma yeterince alan tanıyamıyorum.”
Sürekli “doğru yapıyor muyum?” endişesi, sizi kontrollü bir sevgide hapseder. Oysa çocuklar, yanıldığınızda da sevildiğinizi hissetmek ister. Mükemmel davranışlar değil, insanca varoluş güven verir. Bazen ‘yeterince iyi ebeveynlik’, en iyi olandır.
“Çocuğuma sınır koyuyorum ama sonra vicdan yapıyorum. ‘Beni sevmezse’ diye korkuyorum.”
Sevgi, sınırlarla zedelenmez. Aksine, tutarlılıkla güçlenir. Sınır koymak, çocuğun sizi daha az değil; daha güvenilir biri olarak görmesini sağlar. “Hayır” demek sevgisizlik değil; rehberliktir.
“Çocuğumun kendi haline kalmasına fırsat vermek istiyorum ama boş kalınca ‘acaba gelişimi geriler mi’ diye huzursuzlanıyorum.”
Boşluk gelişimin düşmanı değil; hayal gücünün yuvasıdır. Sıkılmak, çocuğun üretkenlik için ihtiyaç duyduğu başlangıçtır. Sürekli etkinlik yerine, bazen durmak büyütür.
“Çocuk özgür olsun istiyorum ama kuralsız, dağınık, sorumsuz bir birey olsun da istemiyorum. İkisinin ortası yok mu?”
Elbette var: Esnek sınırlar. Seçenekli seçimler, kurallar içinde özgürlük alanları oluşturur. ‘İstediğini yap’ değil; ‘iki doğru seçenek arasında seç’ yaklaşımı çocuklara hem sorumluluk hem özgürlük kazandırır.
“Ebeveynlik üzerine o kadar çok şey okuyorum ki bazen ne yapacağımı şaşırıyorum. Biri öyle diyor, biri böyle…”
Bilgi değerlidir ama fazlası yön kaybettirir. Her kaynak doğrultusunda davranmaya çalışmak sizi özgünlüğünüzden uzaklaştırır. Çocuğunuzun ritmine, ailenizin değerlerine sadık kalın. Bilgi pusula olsun, ama siz kaptan kalın.
“Çocuğum akıllı olsun istiyorum ama çok da hırslı bir çocuk yetiştirmek istemiyorum. Dengeyi nasıl kuracağım?”
Zeka doğuştan gelir, karakter ise çevreden şekillenir. Başarı odaklı değil; merak ve çaba odaklı yaklaşım, çocuğu hem üretken hem huzurlu yapar. Onu değil; süreci övün: “Ne güzel uğraştın, dikkat ettin, çözüm aradın” demek en iyi yönlendirmedir.
“Eşimle çocuk eğitimi konusunda sürekli farklı düşünüyoruz. Ben daha esnek, o daha disiplinli. Çocuk hangi tutumu baz alacak?”
Farklılık sorun değil; tutarsızlık sorundur. Farklı yöntemler olabilir ama çocuğa ortak mesaj verilmelidir. Ev içi uyum, çocuğun iç dengesiyle paralel ilerler. Anlaşamasanız bile aynı dili konuştuğunuzu hissettirmek önemlidir.
“Sosyal medyada herkes harika etkinlikler yapıyor, tertemiz çocuklarla fotoğraf paylaşıyor. Ben yetemiyormuşum gibi hissediyorum.”
Orada gördüğünüz şey bir ‘an’dır; gerçeklik değil. Gerçek ebeveynlik, arka planda uykusuzlukla, sabırla, çamaşırla, özlemle doludur. Karşılaştırma, değersizlik hissini besler. Gerçek hayat filtresizdir, ve bu haliyle kıymetlidir.
“Çocuk her ağladığında yanında oluyorum ama çevremdekiler ‘şımartıyorsun’ diyor. Haklılar mı acaba?”
İlgisizlik şımartır; ilgi değil. Ağlayan çocuğa eşlik etmek, onun duygularını yönetmesine yardım eder. Onu susturmaya çalışmak yerine duygusunu duymak, gelişimi destekler. Sevgiyle eşlik edilen sınırlar, hiçbir zaman fazla gelmez.
“Çocuğumla kaliteli vakit geçirmek için her şeyi planlıyorum ama bazen onun istediği şeyle benim hazırladığım uyuşmuyor.”
Plan, iyi niyetin yansımasıdır ama çocuk için her zaman ilgi çekici olmayabilir. Onun istediğini anlamaya açık olmak, birlikte karar vermek daha güçlü bir bağ kurar. Ebeveynlik bazen bırakmak, bazen yön vermektir.
“Çocuğuma ‘hayır’ dediğimde bana küsmesi canımı yakıyor. Yine de sınır koymalı mıyım?”
Kısa süreli kızgınlık, uzun vadeli güvene engel değildir. Sınır koymak, ‘beni sevsin’ değil; ‘beni anlasın’ hedefiyle yapılmalı. Küsmesi, duygusunu ifade şeklidir. Kalıcı değil; geçici bir fırtınadır. Sakin kalmanız, çocuğunuzun iç dünyasında fırtınayı dindirir.
“Çocuğum arkadaşlarının yanında farklı davranıyor, evdeki gibi değil. Bu beni rahatsız ediyor.”
Çocuklar ortamlarına göre farklı yönlerini ortaya koyar. Bu, sahte davranmak değil; gelişimsel olarak normaldir. Sosyal ortamlarda deneyerek öğrenir. Farklı davranması, farklı becerilerini denediğini gösterir.
“Bazen o kadar çok ‘nasıl doğru ebeveyn olurum’ diye düşünüyorum ki, çocuğumla aramda doğal olan şeyleri kaçırıyorum gibi geliyor.”
Fark ettiyseniz, çok şey kaçırmamışsınız demektir. Bilinçli ebeveynlik, her zaman bilgiyle değil; farkındalıkla olur. “Doğru yapayım” kaygısı, zamanla “gerçekten orada mıyım?” sorusuna evrilirse, çocuğunuz için en doğru yerde olursunuz.
“Ebeveyn olmak beni büyüttü. Ama bazen eski hayatımı özlüyorum. Bunu düşünmek bile beni suçlu hissettiriyor.”
Geçmişi özlemek, bugünkü halinizi eksiltmez. Ebeveynlik bir dönüşümdür ama bu sizi ‘siz’ olmaktan çıkarmamalı. Kendinize ait anlar, çocuğunuza özgür bir birey olma izni verir. Özlem değil, denge ihtiyacıdır bu. Ve bu çok doğaldır.
Instagram

Bizi Takip Edin!

Güncel duyurular, etkinlikler ve keyifli anlarımızdan haberdar olmak için bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz!