İşten yorgun geldiğimde, yemek yetiştirmeye çalışırken çocuğum sürekli beni çekiştirip ağlıyor. Kaliteli zaman geçirmek lazım deniyor da, onu nasıl yapacağımı bilemiyorum. Bu kaliteli zamanın süresi, içeriği nedir? Ne işe yarar? Yetiştirmeye çalıştığım onca işin arasında, o zamanı nasıl bulacağım? Kaliteli zamanda neler yapılır? Amaç ne? Ne olur bilgi verin.
Hepimiz yoruluyoruz. Kaliteli zaman demek uzun uzun etkinlikler yapmak değil; çocuğunuzla geçirdiğiniz kısa ama tamamen ona ait, dikkatinizin ve ilginizin bölünmediği zaman dilimleridir. 10-15 dakikalık bir “sadece ona ait” zaman bile çocukta “önemliyim, görülüyorum” hissini oluşturur. Bu, davranışlarını düzenler, ağlama krizlerini azaltır ve aranızdaki bağı güçlendirir.
Kaliteli zamanda ne yapılır? Göz göze gelerek sohbet etmek, birlikte masaya sebze dizmek, komik bir oyun uydurmak, sarılmak bile yeterlidir. Önemli olan süre değil, o anda başka hiçbir şeyle ilgilenmeden orada olmanızdır. Amacımız çocuğa “seninleyim” duygusunu hissettirmek. Bunu her gün minik “adacıklar” halinde yapabilirsiniz.
Telefonda bir arkadaşımla konuşmaya başladığımda, o ana kadar kenarda oyuncaklarıyla oynayan çocuğum bir anda ayaklanıp yanıma gelip beni çekiştirmeye başlıyor. Çığlıklar, ağlamalar ‘’anne, anne’’ diye seslenmeler bitmiyor. Duymamazlıktan, görmemezlikten gelmeye çalışıyorum ama sonunda sabrım taşıyor. ’’ Ne var ?’’, diye bağırıyorum elimde olmadan. ‘Yok bir şey ‘’diyerek gidiyor. Çocuğa bağırdığıma mı, telefondakine rezil olduğuma mı yanayım? Neden böyle davranıyor ki?
Bu davranışın arkasında “bağlantı ihtiyacı” yatar. Çocuklar için anne-babanın dikkatinin başka birine yönelmiş olması, “benim önemim azaldı” gibi algılanabilir. Oyun oynarken bile sizi göz ucuyla takip ederler. Siz telefonu elinize alınca, “şimdi ilgisini kaybedebilirim” paniğiyle davranışları değişir. Bu bir kapris değil, bağ kurma çabasıdır.
Bu durumlarda çocuğa önceden bilgi vermek (örneğin “Bir telefon görüşmem olacak, sonra birlikte oyun oynayacağız”), onu sabırsızlıkla başa çıkmaya hazırlar. Görüşme sonrası birkaç dakikalık özel ilgi, çocuğun yeniden güvende hissetmesini sağlar. Bağırdığınızda suçluluk hissetmeniz çok insanca; bu, ne kadar ilgili bir ebeveyn olduğunuzu gösterir. Kendinize nazik davranın, her zor an öğrenme fırsatıdır.
Kayınvalidem ‘bu yaşta çocuğa anaokulu için para harcamak gereksiz diyor. Ev hanımı olduğum için, eşim de anaokulunu gereksiz buluyor; nasıl ikna ederim? Çocuğum anaokuluna giderse, gitmeyenlere göre farkı ne olacak?
Anaokulu, sadece çalışmak zorunda olan ebeveynler için bir “zorunluluk” değil; her çocuğun sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimi için bir “fırsat ortamıdır”. Evde çok iyi bakılan çocuklar bile, yaşıtlarıyla birlikte olmanın, grup halinde kurallara uymanın, öğretmen rehberliğinde oyun yoluyla öğrenmenin kazandırdıklarını evde edinemeyebilir.
Bilimsel araştırmalar, 3-6 yaş arasında kaliteli okul öncesi eğitimi almış çocukların, ileriki yıllarda daha güçlü sosyal becerilere, daha özgüvenli tutumlara ve daha gelişmiş dil-yaratıcılık yeteneklerine sahip olduğunu gösteriyor. Anaokulu, çocuğun hayata “başlangıç zemini”dir. Bu temel ne kadar sağlıklı atılırsa, gelecek adımlar o kadar sağlam olur. Bu yatırım, çocuğunuzun potansiyeline yapılmış en değerli yatırımdır.
Anaokuluna göndermek istiyorum ama zaten yedirmek için peşinden koştuğum bir çocuk, aç kalırsa diye korkuyorum.
Birçok çocuğun iştahı evde bile değişkendir; hele ki yeni bir ortama girince, bu çok doğal olarak biraz daha azalabilir. Ancak endişelenmeyin: Anaokullarında yemek saatleri sadece karın doyurmak için değil, aynı zamanda yemek kültürü, düzen ve alışkanlık kazandırmak için bir fırsattır. Çocuklar zamanla grup içinde sofraya oturmayı, birlikte yemeyi öğrenir ve arkadaşlarını model alarak denemedikleri şeyleri tatmaya başlarlar.
Öğretmenler çocukların yeme alışkanlıklarını gözlemler ve size düzenli bilgi verir. Ayrıca hiçbir çocuk bir öğünde az yedi diye gelişimden geri kalmaz. Önemli olan düzenli, stressiz bir yemek ortamına alışmasıdır. Kendi başına yemeye başladığını ve sofrada oturmaktan keyif aldığını gördüğünüzde siz de şaşıracaksınız.
Ev hanımı olduğum halde çocuğumu anaokuluna göndermek, sanki ondan kurtulmak ve kendime vakit ayırmak için bahane olacakmış gibi algılanır diye çekiniyor ve çocuğumu anaokuluna bırakırsam vicdanım beni rahat bırakmaz diye kaygılanıyorum.
Çocuğunuzun iyiliğini düşünerek karar verirken bile suçluluk duymanız, aslında ne kadar ilgili bir anne olduğunuzu gösterir. Ancak unutmayın: Kendinize vakit ayırmanız bencilce değil, tam tersine sürdürülebilir ebeveynliğin temelidir. Siz ne kadar iyi hissederseniz, çocuğunuza da o kadar güven, sabır ve neşe aktarırsınız.
Anaokulu, çocuğun gelişimi için olduğu kadar, ebeveynin de nefes alması, üretmesi ve kendini beslemesi için bir destek alanıdır. Üstelik çocuğunuz bu süreçte yaşıtlarıyla oynayarak, paylaşmayı, sıra beklemeyi, özgüvenle ifade etmeyi öğrenir. Bu bir “ayrılık” değil, birlikte büyümek için atılan bir adımdır. Vicdanınız, çocuğunuzun gelişimiyle gurur duyacaktır.
Bu çocuğu ben doğurdum, prensesler gibi büyütüyoruz, verdiğim anaokulunda da ona benim kural ya da kuralsızlıklarımla davranılmasını istiyorum. Bunun mümkün olmadığını söylüyorlar, ne den ki? Ne münasebet?
Her anne-baba çocuğuna özel ve farklı bir yaklaşım ister; bu çok doğal ve değerli bir istektir. Ancak anaokulu, sadece bireysel ihtiyaçlara değil, aynı zamanda grup yaşamına da odaklanan bir ortamdır. Her çocuk evde biriciktir ama okulda birlikte yaşamanın kurallarını öğrenmek, onun sosyal-duygusal gelişimi için en az evdeki sevgisi kadar gereklidir.
Elbette çocuğunuzun mizacı, hassasiyetleri ve sizin beklentileriniz bizim için önemlidir. Ama burada asıl amaç, onun hayata karışabilen, başkalarıyla bir arada yaşayabilen, esnek ve güçlü bir birey olmasını desteklemektir. Kurallar, sınırlamalar değil; çocukların kendilerini güvende hissettikleri yapılar oluşturur. Sizinle iş birliği içinde, çocuğunuzun bireyselliğine saygılı ama aynı zamanda toplumsal yaşamı da gözeten bir denge kurmak, bizim temel ilkemizdir.
Her gün okuldan aldığımda ilk işim çocuğuma sorular sormak. ‘’Okul nasıl geçti? Biri sana kötü söz söyledi mi? Öğretmen bağırdı mı? Başka çocuk sana zarar verdi mi?’’ İlgileniyorum yani, kötü mü yapıyorum?
İlgileniyor olmanız harika! Bu, onun hayatına ne kadar önem verdiğinizi gösteriyor. Ancak çocuğunuzu hep “olumsuz” ihtimalleri kontrol etmek amacıyla sorguladığınızda, onun zihninde “okul = potansiyel tehdit” gibi bir izlenim oluşabilir. Bu da zamanla içsel bir güvensizlik duygusuna yol açabilir.
Daha sağlıklı bir iletişim için, açık uçlu ve nötr sorular işe yarar: “Bugün seni en çok ne güldürdü?”, “En çok neyle oynamaktan keyif aldın?”, “Bir dahaki oyuna kimi davet etmek istersin?” gibi sorular hem onun dünyasını merak ettiğinizi gösterir hem de olumlu duygulara odaklanmasını sağlar. Bu şekilde, hem güvenli hem keyifli bir paylaşım ortamı kurarsınız.
Çocuğumun ilk okul tecrübesi, ailece heyecanlıyız. Ne kadar harika bir çocuk yetiştirdiğimizi onaylamalarını istiyorum ancak şeffaflarmış ve olumsuz şeyler de söylüyorlar. Ben bunları duymak istemiyorum, olumsuz bir şey söylediklerinde beni eleştirdiklerini düşünüyorum ve öfkeleniyorum, elimden geleni yapıyorum ben, çabam görünmüyor diye hissediyorum. Bahaneleri de, erken çocuklukta alınan tedbirler, sağlıklı ergenlik ve yetişkinlik için önemliymiş. Ya hap kadar zaten, neyin ergenliği, neyin yetişkinliği şimdiden?
Bu sözleriniz, ne kadar yürekten bir ebeveyn olduğunuzu gösteriyor. Her anne-baba, çocuğunun beğenilmesini, onaylanmasını ve emeklerinin takdir edilmesini ister. Ancak eğitimcilerin paylaştığı gözlemler, sizi eleştirmek için değil, çocuğunuzu daha iyi anlayıp birlikte daha güçlü bir yol çizmek içindir. Bu geri bildirimler, suçlamak için değil; destek olmak için vardır.
Erken çocukluk dönemi, bir çocuğun karakterinin, davranış örüntülerinin ve güven duygusunun temellerinin atıldığı en hassas dönemdir. Bugün minicik bir davranış, yarın büyük bir güvene, özyönetime veya empatiye dönüşebilir. Sizin emeğiniz zaten çok kıymetli ve bizler, onu daha da görünür kılmak için yanınızdayız. “Şimdi küçücük” gibi görünen şeyler, aslında büyük insan olmanın temel taşlarıdır.
Anaokulunun güzel bir bahçesi var. Her gün defalarca bahçeye çıkaracaklarmış. Bunun yağmuru var, soğuğu var. Söyleyeceğim okula, benimkini soğuk ve yağmurlu havada çıkarmasınlar, hasta edecekler çocuğumu.
Çocuğunuzu korumak istemeniz çok doğal; bu sevginizin bir göstergesi. Ancak yapılan araştırmalar, düzenli açık hava oyunlarının çocukların bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, hastalıklara karşı daha dirençli hale getirdiğini gösteriyor. Temiz hava, hareket, gün ışığı; bunlar çocuğun hem fiziksel hem ruhsal gelişiminin temel ihtiyaçlarıdır.
Yağmurlu ya da serin havalarda dışarı çıkmak, doğru kıyafetle olduğu sürece risk değil, tam tersine doğa farkındalığı ve beden dayanıklılığı kazandıran bir deneyimdir. Okul olarak elbette çocukların üşümemesi, ıslanmaması ve korunması için tüm önlemleri alıyoruz. Amacımız onları hasta etmek değil; doğayla dost, dirençli ve özgür bireyler olarak büyütmek.
Çocuğum yemeğini kendi koyup, tabağını kaldıracakmış, oturduğu sandalye ve masasını temizleyerek çıkacakmış. Elaleme hizmet etsin diye mi bu kadar para veriyorum ben okula? Yemek önüne hazır gelecek tabii, çalışanların işini çocuğuma yaptıramazlar.
Bu uygulamalar, çocuğunuza hizmet ettirmek için değil, onun özgüvenini, sorumluluk duygusunu ve günlük yaşam becerilerini geliştirmek için planlanmıştır. Çocuğun kendi tabağını taşıması, dökmeden yemeğini alması ya da masayı silmesi; küçük yaşta “yapabilirim” hissi kazanmasının temel yollarındandır.
Araştırmalar gösteriyor ki, çocuklar kendilerine güven duyduklarında hem iç disiplinleri güçleniyor hem de çevrelerine daha saygılı bireyler oluyorlar. Elbette bu işler onun yaşına uygun, keyifli ve destekleyici bir ortamda yapılıyor. Bizler hizmetten değil, gelişimden yanayız. Çünkü çocuklarımız bir gün sadece tabak değil, kendi hayatlarını da taşıyacaklar.
Çocuğu olmayan öğretmen beni anlamaz. O kadar anlatıyorum, bana bilimsel cevaplar veriyor. Bir çocuğun olsun da öyle konuş, böyle bilmiş bilmiş atıp tutmak kolay. Benden iyi bilecek sanki benim doğurduğumu.
Sizi en iyi siz tanırsınız, çünkü çocuğunuzun kalp ritmini bile ezberlediniz… Bu tartışılmaz. Ama iyi bir öğretmen, doğrudan kendi çocukluğundan değil; yüzlerce çocukla edindiği deneyimden, yıllarca aldığı eğitimden ve gözlemlediği gelişimsel süreçlerden beslenir. O yüzden söyledikleri yargı değil, rehberliktir.
Ebeveynlik yürek işidir; öğretmenlik de öyle. Aradaki fark, bakış açısıdır. Sizin sevginize bilgiyi, sezginize yapıcı gözlemi eklemek isteriz. Unutmayın, aynı gemideyiz. Bizim çocuğumuz yok diye sevgimiz, sabrımız, sorumluluğumuz eksik değil. Sizin emeğiniz bizim gözümüzde çok kıymetli; biz yalnızca yanınıza bir el feneriyle geliyoruz.
Çocuğum okuldayken, evde ya da işte bir anda aklıma bir şeyler takılıyor. Okulu arıyorum, öğretmeniyle konuşmak istiyorum. Derste olduğunu ve en uygun zamanda aratacaklarını söylüyorlar. Asistana anlat, öğretmene iletsin, müdüre anlat vs diye alternatifler sunuyorlar. Ben alternatif ya da erteleme istemiyorum, ben o istediğim an öğretmeniyle konuşmak istiyorum
Çocuğunuzla ilgili bir şey düşündüğünüzde hemen bilgi almak istemeniz, onu ne kadar önemsediğinizi gösterir. Ancak öğretmenler, gün içinde sınıfın başındayken her öğrencinin fiziksel, duygusal ve akademik ihtiyacına odaklanmak zorundadır. Tam da sizin çocuğunuza yeterince vakit ayırabilmek için, o anda telefonlara cevap veremezler.
Bunun yerine, ilettiğiniz her konu hızlıca not alınır, öğretmene aktarılır ve en kısa sürede size dönüş sağlanır. Bu sistem bir engel değil; hem sizinle sağlıklı bir iletişim kurabilmek hem de çocukların ders sırasında odaklarının dağılmaması için geliştirilmiş bir işleyiştir. Emin olun, hiçbir mesajınız göz ardı edilmez. Biz, sizin gibi düşünen ebeveynlerle iş birliği içinde olmak için buradayız.
O kadar anlattılar, ikna olduk, güvendik verdik çocuğumuzu. Neymiş, öğretmenlerin cep telefonunu almamız yasakmış. Gece aklıma bir şey gelirse, çocuğum evde laf dinlemezse ve öğretmeniyle konuşturmak ya da gün içinde sorularımı hemen sorup yanıt almak istersem, nasıl ulaşacağım öğretmenine
Çocuğunuzun hayatında önemli bir rol oynayan biriyle her an iletişim kurmak istemeniz çok doğal. Ancak öğretmenlerin bireysel cep telefonlarının paylaşılmaması, ulaşılmaz olmakla değil; sağlıklı ve sürdürülebilir bir iletişim sistemini korumakla ilgilidir. Öğretmenlerimiz gün boyu çocuklarla birebir ilgilenirken, her veliyle ayrı ayrı doğrudan ve düzensiz bir iletişim kurduğunda, ne yazık ki bu ilgide bölünmeler olabilir.
Bunun yerine, okul içinde organize edilen iletişim saatleri, yazılı bildirimler, danışman görüşmeleri ve acil durum protokolleri sayesinde, hiçbir sorunuz cevapsız kalmaz. Gündüz aklınıza takılanları okul üzerinden iletebilir, öğretmenimizin uygun olduğu anda detaylı geri dönüşünü alabilirsiniz. Akşam ya da gece olan durumlarda da ilk fırsatta değerlendirme yapılır. Güveninize layık olmak, sadece çocuğunuza değil, size karşı da sorumluluğumuzdur.
Okul kurallar koymuş, çocukların doğum günlerinde ben ve ailem pastalar getirip, özel kostümler giydirip okulda arkadaşlarıyla kutlayamayacakmışız. Onlar sade bir şekilde bahçe zamanında kutlayacaklarmış. Böyle saçmalık görmedim.
Çocuğunuzun doğum günü sizin için bir gurur ve mutluluk günü; onu kutlamak istemeniz çok kıymetli. Ancak okul ortamında bu tür kutlamalar, bazı çocuklarda kıyaslama duygusuna, dışlanmışlık hissine veya beklenti baskısına neden olabiliyor. Her ailenin imkânı, yaklaşımı, inancı ya da hassasiyeti farklıdır. Bu nedenle okul, tüm çocukların eşit ve sade biçimde kutlandığı, kimsenin kendini “daha az özel” hissetmediği bir kutlama anlayışını tercih eder.
Sade yapılan bahçe kutlamalarında çocuk yine arkadaşları tarafından alkışlanır, öğretmeniyle minik bir seremoni yaşar, hatırlanır ve özel olduğunu hisseder. Ama bunu abartıdan, yarıştan, kıyaslamadan uzak bir şekilde yaşar. Amacımız, her çocuğun olduğu gibi değerli olduğu bir ortam kurmak. Sizin sevginiz zaten onun en özel hediyesi — biz sadece bu sevgiyi herkesin içinde incitmeden yaşatmak istiyoruz.
Okulda yıl sonu gösterisi yapmayacaklarını söylediler. Ben tüm ailenin gelmesi için okul ücretinin aylık masrafı kadar davetiyeler satın almak, çeşit çeşit kostümler satın almak, O’nu sahnede görmek, içinden seçemediğim onlarca fotoğrafın hepsini satın almak, ve aylarca çocuğumun bu gösteri için zorla hazırlanmasında bir sakınca görmüyorum. Çocukların bir daha geri gelmeyecek oyun ve özgür öğrenme zamanlarını mutlu ve zorlanma olmadan değerlendirmelerini istiyorlarmış. Ne demekse artık*
Çocuğunuzu sahnede izlemek, onunla gurur duymak ve bu anı ölümsüzleştirmek istemeniz çok kıymetli ve anlaşılır bir duygu. Ancak okulun tercih ettiği yaklaşım, çocukları gösteri baskısı altına almadan; onları oldukları gibi sergileyen, içten, doğal ve keyifli bir süreç yaratmaktır.
Uzun hazırlıklar, ezber baskısı, kalabalık sahne kaygısı gibi unsurlar; özellikle erken yaş gruplarında özgüven yerine gerginlik yaratabiliyor. Okulun amacı, çocukların gelişimini alkış için değil, içsel motivasyonla desteklemek. Kostümler yerine kendini ifade etme, prova yerine serbest oyun, dış onay yerine içsel başarı duygusu ön planda tutuluyor. Gösteri değilse bile; günlük yaşantılarındaki doğal başarıları görünür kılmak için, farklı yaratıcı yollar her zaman bulunur.
Kısacası: Biz çocukları sahneye değil, hayata hazırlıyoruz.
Öğretmenler gününde, yılbaşında, öğretmenin doğum gününde, yıl sonunda vs öğretmenlere hediye almak yasakmış. Ben öğretmenimizi hediyelere boğmak, yemeklere çıkarmak istiyorum. Neden buna karışılıyor ki?
Öğretmeninizi takdir etmek istemeniz, onun emeğine duyduğunuz saygının çok güzel bir göstergesi. Ancak okul olarak, öğretmen-veli ilişkisini karşılıklılık, eşitlik ve şeffaflık ilkeleriyle sürdürmek istiyoruz. Hediyeleşme, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, zamanla beklentiye, kıyaslamaya ve istemeden de olsa bazı ailelerin kendini mahcup hissetmesine neden olabiliyor.
Bu yüzden biz öğretmenlere verilecek en anlamlı hediyenin; bir teşekkür notu, çocuğun yaptığı bir resim, ya da içten bir sohbet olduğuna inanıyoruz. Bu tür jestler hem daha samimi hem de herkes için erişilebilir ve içten olur. Takdirinizin değeri kalpten geldiğinde, ne kutu ne fatura gerek kalır… Öğretmenlerimiz sizin bu yürek dolusu teşekkürünüzle zaten fazlasıyla mutlu olur.
Öğretmenlerin dışarda velilerle görüşmeleri, yemeğe çıkmaları, evlerine gitmeleri, sosyal medyada takipleşmeleri uygun değilmiş.. Yedik sanki öğretmeninizi, bu devirde bu kadar yasakçı olmak nedir?
Bu tür sınırlamalar, öğretmeni sizden uzaklaştırmak için değil; tüm velilerle eşit, adil ve profesyonel bir ilişki sürdürebilmek için vardır. Öğretmenlerin sosyal yaşamda bazı velilerle daha fazla görüşmesi ya da sosyal medyada bireysel etkileşimde bulunması, istemeden de olsa diğer ailelerde dışlanmışlık ya da yanlış anlaşılma duygusu yaratabilir.
Biz okulumuzda güveni, duvarlar dışındaki kişisel samimiyetlerle değil; sınıf içinde kurulan tutarlı, saygılı ve şeffaf bir iletişimle inşa etmeyi hedefliyoruz. Bu yaklaşım, öğretmeni yüceltmek için değil; çocuklarımızı ve ailelerimizi korumak içindir. Çünkü bizce gerçek samimiyet, bir kahve masasından değil, ortak hedefte buluşmaktan doğar. Ve biz o hedefte daima yanınızdayız.
Bugün yapılması gereken kitap sayfaları yapılmamış, ben her gün takipteyim, o kadar para verdik. Yarın gidip hesap soracağım hemen.
Çocuğunuzun eğitimini yakından takip etmeniz çok değerli; bu onun gelişimi için ne kadar ilgili bir ebeveyn olduğunuzu gösterir. Ancak okul öncesi dönemde kitap, sadece bir araçtır; amaç ise çocuğun o günkü duygusal durumu, ilgisi, sosyal etkileşimi ve hazırbulunuşluk düzeyine göre şekillenen bütünsel bir öğrenme deneyimidir. Bazen bir sayfanın yapılmaması, o gün çocuğunuzun başka bir alanda daha derin öğrenme yaşadığı anlamına gelebilir.
Okulumuzda etkinlikler planlıdır ama esneklikle uygulanır; çünkü her çocuk aynı hızda, aynı sırayla öğrenmez. Sayfa bazlı değil; beceri temelli gelişimi esas alırız. Lütfen unutmayın: Deftere yazılmayan şeyler de bazen çocukların hafızasında ömür boyu kalır.
İlerde hangi koleje göndereceksem, onun anaokuluna vermem gerek, öyle dediler. İki arada bir derede kaldım, okul da bir güzel ve butik, aklım kaldı. Aşırı kalabalık ve üst üste olmadığı için bire bir ilgi de aklımı çeliyor ama.. Ne yapsam bilemedim.
Bu kararsızlık, aslında çocuğunuz için en doğru kararı vermeye çalışan duyarlı bir anne-babanın iç sesi. Ancak şunu unutmamak gerekir: Erken çocukluk döneminde asıl önemli olan, akademik hazırlık değil; çocuğun oyunla öğrenmesi, bağ kurması, özgüven kazanması ve ilgiyle görülmesidir.
İyi bir ilkokul ya da kolej elbette önemlidir; ama o yolun sağlamlığı, çocuğun ilk yıllarda yaşadığı güvenli, bireysel ve destekleyici ortamlara dayanır. Kalabalık sınıflar, erken akademik yönelimler, henüz duygusal olarak hazır olmayan çocuklarda baskı yaratabilir. Butik ve bire bir ilginin mümkün olduğu bir okulda, çocuk potansiyelini daha sağlıklı keşfeder. Koleje geçiş zamanı geldiğinde, özgüveni yüksek bir çocuk her yere kolaylıkla adapte olabilir. Bugünün temeli, yarının yolunu zaten hazırlar.
Çocuğum bugün eve gelince argo bir sözcük söyledi. Bizim evde kimse böyle şeyler kullanmaz. Okulda bunları mı öğretiyorlar? Başka bir çocuk söylemiş, O da aslında ablasından mı abisinden mi duymuş. Bu tip ailelerin olduğu yerde bir dakika duramayız.
Endişenizi çok iyi anlıyoruz. Hiç alışık olunmayan bir sözcük çocuğunuzun ağzından çıktığında doğal olarak telaşlanmanız, onu korumak istemeniz son derece yerinde bir tepkidir. Ancak erken çocukluk dönemi, çocukların çevrelerinden duydukları her şeyi anlamadan tekrar edebildiği, dili deneyimle öğrenme dönemidir. Bu, bilinçli bir öğrenme değil; merak ve taklit temellidir.
Okulda her çocuğun farklı aile yapılarından ve dil alışkanlıklarından geldiğini biliyor, bu yüzden dil kullanımı konusunda çok hassas davranıyor ve uygun olmayan ifadeleri fark ettikçe rehberlikle yönlendiriyoruz. Buradaki hedef, dışlamak değil; birlikte öğrenmek, birbirimize saygıyı öğretmek. Hepimiz aynı toplumun çocuklarını büyütüyoruz. Bu tip olaylar, ayrışmak değil; birlikte daha iyiyi inşa etmek için fırsat olabilir.
Her şeyde size şeffaf olacağız ve anında bilgi vereceğiz dediler. ‘’Düştü, ağladı, hafif ateşi çıktı vs ‘’ arıyorlar. Yemekte miyim, sporda mıyım açabilecek durumda mıyım, hiç umurlarında değil. Kendime ait zamanlar yaratmak için çocuğumu okula verdim ama rahatsız ediliyorum. Akşam okuldan alırken söyleyin işte, ne var gün ortasında sürekli rahatsız ediyorsunuz?
Bu hassasiyetiniz çok değerli; çünkü çocuğunuza hem iyi bakılmasını hem de kendi alanınıza saygı duyulmasını istiyorsunuz. Okul olarak şeffaf iletişim vaadimiz, güveninize layık olmak için kurduğumuz bir ilkedir. Ancak bu, sizi gün boyu telaşa sokmak ya da sürekli bölmek için değil; “önemli her gelişmede sizden saklamayız” ilkesine dayalıdır.
Eğer tercih ederseniz, sizinle yalnızca acil durumlarda iletişime geçilmesini talep edebilir, küçük günlük detayların akşam görüşme saatine saklanmasını isteyebilirsiniz. Bizim için önemli olan, sizinle iletişimi nasıl sürdüreceğimizin karşılıklı netliğidir. Şeffaflık bir kural değil, esnekçe şekillendirebileceğimiz bir yaklaşımdır. Sizin için en iyi iletişim biçimini birlikte belirleyebiliriz.
Önceden haber vermeyi unutmuşum. Anlık gelişti, işim çıkınca. Abisini/ablasını/dedesini/ halasını/apartman görevlisini/samimi olduğum diğer veliyi gönderdim çocuğumu alması için. Vermediler iyi mi? Yok hem yazılı hem sözlü bilgi vermem gerekirmiş önceden, alacak kişinin kimlik bilgisini yazmak zorundaymışım. Bu da yetmezmiş gibi, gönderdiğim kişi, fotoğraflı kimlik belgesini göstermeliymiş. Delirttiler beni bugün onca işimin arasında. Zaten dedemiz de bozuldu, nasıl vermezler diye, kıyamet koptu evde bu yüzden
Gün içinde planlar aniden değişebilir, hepimiz yoğunuz; elbette böyle durumlarda destek almak en doğal hakkınız. Ancak okul olarak en temel önceliğimiz, çocuğunuzun güvenliğidir. Kimlik doğrulaması yapılmadan ve yazılı bilgilendirme olmadan hiçbir çocuğun, ismi ne kadar tanıdık ya da kişi ne kadar samimi olursa olsun, bir başkasına teslim edilmesi yasal olarak da, vicdani olarak da mümkün değildir.
Sistemimiz sizi zor durumda bırakmak için değil; her çocuğun aynı güvenlik prensipleri içinde korunmasını sağlamak için kurulmuştur. Bu tip durumlar yaşandığında sizi yormadan ilerlemek adına, kolay doldurabileceğiniz önceden hazırlanmış “alternatif teslim kişileri” listesi ile süreci pratik hale getirebiliriz. Bazen bir “önlem”, büyük bir olası sorunun önüne geçer. Bugün sizi zorladıysa da, aslında çocuğunuzu korumak içindi.
‘Ben samimi bir insanım.’ ‘Canım, kuzum, kuşum, aşkım, güzellik, yavrum, hayatım, gülüm’’, benim sevdiklerime hitap şeklim. Ayrıca her gün gördüğüm ve çocuğumu emanet ettiğim insanlara ’siz ‘ demek bana çok yapay geliyor. Neymiş, müdüründen öğretmenine, asistanından psikoloğuna, aşçısından personeline ‘sen’ diyemez ve bu sevgi sözcüklerimi söyleyemezmişim. Sınırlardan, mesafeden, saygıdan vs bahsettiler. Kaçıncı yüzyıldayız, geri kafalı bunlar
Sizinki çok güzel bir kalpten gelen içtenlik… Sevgiyle yaklaşmanız, hitaplarınızın sıcak olması elbette iyi niyetli. Ancak okul ortamında bu gibi ifadeler zamanla bazı kişiler için rahatsızlık verici olabilir, sınırların kaymasına yol açabilir ya da diğer veliler tarafından yanlış anlaşılabilir.
“Siz”li konuşmak ya da resmi bir dil kullanmak, samimiyetin önüne geçmek değil; herkesin aynı çerçevede eşit ve saygılı bir iletişim kurabilmesi için oluşturulmuş bir koruma alanıdır. Sınırlara saygı göstermek, karşılıklı güveni büyütür. Unutmayın, sıcaklık sadece kelimelerle değil, tutumla da geçer. Biz sizin içtenliğinizi seviyoruz; sadece onu herkes için güvenli bir zeminde yaşatmak istiyoruz.
Eve geldiğinde çocuğuma ne yemek yediğini soruyorum. Her gün ‘köfte, makarna, çorba’ diyor. ‘’Okulda ne yaptınız?’’ diyorum; ‘’ resim yaptık, televizyon izledik’’ diyor. Bunlar ne yediriyor, ne içiriyor, bütün gün televizyon falan mı izletiyorlar acaba?
Çocuğunuzun gününü öğrenmek istemeniz çok doğal ve değerli bir ilgi. Ancak okul öncesi çağdaki çocuklar, günü anlatma konusunda yetişkinler gibi detaylı, sıralı ve doğru hatırlama becerisine sahip değillerdir. Bazen bir etkinlikten çok etkilendikleri için hep onu söylerler, bazen de sadece söylemesi kolay olanları tekrar ederler. Bu, yaşlarına uygun bir durumdur; yanıltıcı değil.
Okulumuzda yemekler dengeli ve gelişimlerine uygun şekilde planlanır, ekran kullanımı ise sadece belirli içeriklerde, öğretmen rehberliğinde ve sınırlı süreyle yapılır. Günlük etkinlikler; serbest oyun, sanat, drama, müzik, doğa keşfi gibi birçok alanda zenginleştirilir. Gün sonu paylaşımlarımızı takip ederek ya da öğretmenlerle görüşerek, çocuğunuzun dünyasına çok daha net ve doğru bir pencereden bakabilirsiniz.
Okulda yarım yağlı süt vereceklerini söylediler, neden tam yağlı değil? İnsanın aklına bin türlü şey geliyor.
Çocuğunuzun beslenmesine dikkat etmeniz çok kıymetli ve biz de bu özeni sizinle paylaşıyoruz. Yarım yağlı süt tercihimiz, herhangi bir tasarruf ya da kısıtlama nedeniyle değil; uzman diyetisyenlerin ve çocuk beslenme kılavuzlarının önerilerine dayanır. 2 yaşından sonra, özellikle düzenli süt tüketen çocuklarda, yarım yağlı süt hem yeterli kalsiyum ve protein sağlar hem de ilerideki kalp-damar sağlığı açısından daha dengeli bir yağ alımını destekler.
Tam yağlı süt, bazı durumlarda fazla doymuş yağ içeriği nedeniyle tercih edilmeyebilir. Ancak bu, çocuğun ihtiyacı olan yağları almadığı anlamına gelmez; çünkü bu yağlar günlük menülerdeki peynir, zeytinyağlı yemekler, yoğurt gibi diğer besinlerden dengeli şekilde karşılanır. Kısacası: Amacımız, çocuğunuzu eksik değil; dengeli ve sağlıklı beslemek.
Benim çocuğum sebze yemez. Öğretmeni bütün tabağını bitirdiğini söyledi. Mümkün değil, aklınca beni kandıracak
Çocuğunuzu en iyi siz tanırsınız, bu tartışılmaz… Ama çocuklar bazen evde “reddettikleri” şeyleri, farklı bir ortamda, arkadaşlarının yanında ya da öğretmeninin teşvikiyle hiç beklenmedik şekilde kabul edebilirler. Grup etkisi, birlikte sofraya oturma düzeni, görsel sunum ve yargılayıcı olmayan yaklaşım sayesinde çocuklar zamanla yeni tatlara daha açık hale gelirler.
Öğretmeniniz çocuğunuzun tabağını gerçekten bitirdiğini söylüyorsa, bu onun gelişen damak zevkinin ve okul ortamına güvenle adapte olmasının bir göstergesi olabilir. Bazen bir çocuğun “sebze yemem” dediği geçmiş bir inançken, onu değiştiren bir deneyim yaşanmış olabilir. Bu küçük ama önemli değişimi fark etmek, gelişimsel açıdan çok güzel bir işarettir. Belki yakında evde de minik sürprizlerle karşılaşırsınız.
Portfolyo günü yaptılar. Benimki boyamaları hep dışarı taşırmış; fili pembeye, kediyi mora boyamış. Hiç görmemiş galiba öğretmeni de, bir düzeltiversin, ooo kim bilir aklı nerede? İş başa düştü, evde ben çalıştıracağım. Diğer velilere de rezil olduk diye söylendim çocuğuma zaten evde de.
Bu tepkiniz, çocuğunuzun iyi görünmesini istemenizden, onunla gurur duymayı arzulamanızdan kaynaklanıyor. Ancak unutmayın ki çocukların resmi “doğru” yapmak gibi bir zorunluluğu yoktur — özellikle de okul öncesi dönemde. Bu yaş, hayal gücünün özgürce aktığı, pembe fillerle mor kedilerin çok normal olduğu bir evredir. Çünkü onların amacı birebir gerçeklik değil; iç dünyalarını renklendirmek ve duygularını kağıda dökmektir.
Boya taşırmak, zihinsel dağınıklık değil; motor gelişimin doğal bir sürecidir. Bu dönemde önemli olan “ne yaptığı” değil, “yaparken ne hissettiğidir.” Öğretmenler, çocuğun iç dünyasına zarar vermeden, yargılamadan rehberlik eder. Evde düzeltmeye çalışmak yerine, “mor kedi ne güzel bir fikir” diye şaşırmak, çocuğunuzun özgüvenini büyütür. Rezil olmadınız; bir sanatçının hayal gücüne tanıklık ettiniz.
Whatsapp grubunda bir velinin yazdıkları beni çok endişelendirdi. Hemen çocuğumu sıkıştırıp sordum; sıkıldı, kaçamak cevaplar verdi ama benim ısrarlı sorularıma tabii ki de dayanamayıp her şeyi onayladı. Daha çok gözlem yapmalıyım, ilgisiz anne gibi göründüm, bundan sonra her gün sıkıştırıp ağzından laf alacağım çocuğun, çok güvenip gevşek bırakırsan böyle olur işte. Ben de sorun yok, çocuk mutlu diye sorgulamıyordum, safmışım saf
Endişelenmeniz, çocuğunuza ne kadar önem verdiğinizi ve onu koruma içgüdünüzün ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Ancak çocuklar, doğrudan sorgulandıklarında çoğu zaman “ne söylesem de annem rahat etse” hissiyle hareket ederler. Bu da bazen gerçeği çarpıtmalarına, bazen de olmayan bir durumu onaylamalarına neden olabilir.
Sürekli sorgulama, zamanla çocuğunuzun sizinle paylaşım yapma isteğini azaltabilir ya da sizi memnun etmek için “uygun cevap” üretmesine neden olabilir. En sağlıklı yaklaşım, güvenli ve rahat bir iletişim ortamı oluşturarak onun gönüllü paylaşımlarına alan tanımaktır. Gözlem elbette önemlidir; ama izleyerek, dinleyerek ve hislerini baskılamadan duyabildiğimizde daha doğru sonuçlara ulaşırız. Unutmayın: Sorgulamak değil, güven vermek daha çok şey anlatır.
Çocuğum okula başlayalı 2 hafta oldu. Hani verdikleri sözler? Hani bilingual eğitimdi, hani native öğretmenlerdi. Şakır şakır İngilizce konuşacaktı. Yok, iki koca hafta geçti. Kandırdılar kesin bunlar bizi.
Endişenizi anlıyoruz; çünkü çocuğunuzun gelişimi için umutla çıktığınız bir yolda hızlı sonuç görmek istemeniz çok doğal. Ancak erken yaşta yabancı dil edinimi, “öğrenmekten” çok “duyarak, hissederek, oyunla içselleştirme” sürecidir. İlk haftalarda çocuklar yabancı dili anlar, sesleri ayırt etmeye başlar, hatta sessizce zihninde işler ama bunu hemen konuşmaya dökmez. Bu tamamen gelişimsel ve sağlıklı bir süreçtir.
Native öğretmenlerimiz, çocukların İngilizceyi bir ders gibi değil, günlük yaşamın doğal bir parçası olarak deneyimlemesi için ortam hazırlarlar. Bu sessiz gözlem dönemi bittikten sonra çocuklar yavaş yavaş kelimeleri, kalıpları ve sonra da cümleleri kullanmaya başlar. Sabırlı olmanızı ve sürece güvenmenizi rica ediyoruz. İki hafta, bir tohumun çimlenmesi için bile erken olabilir — ama toprağın altında çok şey olur.
İlk defa okula başlıyor çocuğum. Minicik… Şimdiye kadar evde steril büyüttüm. Misafir kabul etmedim, kalabalıklara sokmadım. Kimsenin temasına izin vermedim. Gak dedi su, guk dedi yemek verdim, taşa yalınayak bastırmadım, terliyken soğuk su içirmedim, sırtına havlu, ağzına kaşık dört döndüm etrafında. Artık okul nasıl bir mikrop yuvasıysa, başladığından beri sürekli hasta. Gariban gibi boynu bükük tabağını da kaldırıyormuş yavrum benim. Suyunu bile elimle içirdim, yorulmasın diye yürütmeyip hep kucağımda taşıdım ben. Pişman oldum okula gönderdiğime, boşa verdik onca parayı, geri de vermiyorlar zaten. Çok pişmanım çok. Keşke direkt ilkokulla başlasaydık, ne işimiz varmış anaokulunda.
Sözlerinizden ne kadar sevgi dolu, titiz ve özverili bir ebeveyn olduğunuz anlaşılıyor. Çocuğunuzu şimdiye dek korumak için gösterdiğiniz çaba gerçekten büyük… Ancak bu geçiş süreci, sadece çocuğun değil, aynı zamanda sizin de yavaş yavaş “bırakmayı” öğrenme yolculuğunuzdur. Bu yol kolay değildir. Hele ki hastalıklar, ağlamalar, alışma sancılarıyla birlikte gelince, pişmanlık duygusu çok insani hale gelir.
Ancak bilin ki; çocuklar mikroplarla tanışa tanışa bağışıklık kazanır, sorumluluk alarak büyür, küçük hayal kırıklıklarıyla dayanıklılık geliştirir. Tabağını kaldırmak bir yük değil; kendine güvenmenin ilk adımıdır. Bugün hasta, yarın daha dirençli. Bugün zor, yarın daha güçlü. Anaokulu, sadece çocuğa değil — anneye de “bırakmadan güvenmeyi” öğretir. Geri dönüş yok, ama dönüşüm mümkün. Siz pişman değilsiniz; sadece çok yorgunsunuz. Geçecek. Gerçekten geçecek.